ÜSTAD’IN KENDİSİYLE YAPTIĞI RÖPORTAJ
-Hem bedenimi, hem de ruhumu üşüten bu havada, odaları birçok evimin en küçük hücresine çekilmiş, yalnız bu hücreye göre gaza malik olmanın zoru altında sanki hapisteyim…
Bedenimin soğuğu dışarıdaki maddi havadan geliyorsa, ruhumun soğuğu da yine dışarının manevi atmosferinden doğuyor; ve daima olduğu gibi mana maddeye galip geliyor. Ben de üşümekte devam ediyorum. Arada bir bazı yakın dostlarımı bu hücrede kabul etmek de biricik tesellim oluyor.
Manevi üşüme hissim ne kadar şiddetli olursa olsun “Sabah”a 7 günde bir “Haftabaşı Sohbetleri” başlığıyle ve değişik çeşnilerde yazmayı kabul ettiğim bu günlerde ilk sohbetimi “kendi kendime röportaj” şeklinde düşündüm.
Masamın karşısındaki birkaç koltuğa hayal yoliyle yakın dostlardan birkaçını oturttum ve onları bana sual sormaya davet ettim.
Sordular:
-Bir aydan fazla bir zamandır, yazmıyorsunuz… Sebep?
-Daha evvel o kadar taraflısı ve teşvikçisi olduğum Sıkı Yönetimin nasıl bir tutum getireceğini ve bu tutumun benim ses tonuma uygun düşüp düşmeyeceğini kollamak zorundayım.
-Ne oldu?
-İyi oldu! Hükümetçe istenmeye bir güdüm vasıtasının ister istemez getirilmesi, gelenin de vazifesini tam bir asker vekar ve şuuru içinde yürütmeye başlaması ve şifalı fikre hürriyet tanıması yerinde oldu.
-Ya “eş güdüm” dedikleri?..
-Sorduran ben isem cevap vermeyen de ben… Geçiniz!
-(Sol)u sindirmek, daha doğrusu ezmek nasıl olabilir ve bu iş kime düşer?
-Cevap sualinizin içinde… (Sol)u sindirmek olmaz, ezmek olur! Kaplumbağa şekilli yılan, başını her dışarıya çıkarışında tepesine bir odun indirilmekle sindirilemez, mutlaka kabuğunu kırıp başını ezmek lazım!..
-Sıkıyönetim bulunmayan yerlerdeki bazı komünist yayınlar askeri idare mıntıkalarına sokulmuyor. Ne buyurulur?
-Bu hal hükümetin komünizmi yasak etmediğini gösterir. Şu çizgiler içinde marifetini gösterme de nerede istersen göster!.. Sanki sıkı yönetimsiz yerler Türkiye’den değildir ve buralarsa ne halt işlense caizdir! Bu durum ordunun nüfuz sahasını daraltmaya ve hükümetin orduya bakışını göstermeye varır. Eş güdüm yerine eşsiz güdüm diye işte buna derler. Ordu mazur, sivil idareyse memur…
-Kim kurtaracak Türk’ü bu dertten?
-Sadece ordu… Ümidim ve kanaatim bu…
-Altun 3000-5000’de…
-Her şey 40 yıl öncesine nispetle 200 misli pahalılanmış bulunurken hayli zaman 1’e 100 geri kalan altun, şimdi birdenbire 300-500 mislilik bir direğe tırmanmakla, batan gemide can yeleklerine hücum emri verildiğinin işaretçisi olmuştur.
-Ya Ecevit?
-O kahraman bir kaptandır; gemiden en sonra çıkacak veya gemiyle beraber sulara gömülecektir.
-Daha neler var, neler!.. Rehine verilen vatan, istifalar, yapabileceğinin hepsini yapmış ve yapamayacağının sınırı önünde kalakalmış olan muhalefet, goygoycu tasıyle kapı kapı yardım dilenciliği. Kıbrıs, İran, filan, falan…
-İleride her birini ayrı ayrı ele almak üzere hepsine birer cümleyle karşılık vereyim:
Evet vatan “Düyun-u umumiye” boyunduruğundan çok daha ağır şartlarla rehine konuluyor. İstifalar, gelenlere göre gidenleri birinci sınıf sağcı kabul ettiresiye azılı solculara geçti… Bir kısmı daha tabancalı tehditle geri dönenler… Muhalefet, mümkün bilinenlerin son hududunda ve imkansız sanılanların ilk basamağında bir çırpınış… Goygoycu tası, üstelik merhameti düşmandan bekleme ve düşmanlar önünde küçülme vakıası… Kıbrıs elden gitmiş; ve İran, Sam Amcayla ayı postlu Moskof’un, karşılıklı, Şah ve Humeyni kelleriyle oynamaya baktığı futbol sahası olmuştur. Filan ve falana da cevap ister misin?
-Evet, evet!..
-Dünya komünizm urunu kökünden kazıma, yahut bu urun dünyayı kazıması mevzuunda patlama haline gelmişken, biz, bu patlamanın dayanak noktası Türkiye ayakta durmaya bile dayanacak halde değiliz..!
-Ne yapalım?
-Ağlayalım ve “Yarabbi kurtarıcımızı gönder!” diye yalvaralım!
-Hiç mi ümid kalmadı?
-Nasreddin Hocanın dediği gibi, bir, şu dağın ardında ümidim var: Mart kedilerinin haykırışı mevsiminde bütçeye oy verilirken… Ondan da bir şey çıkmadı mı, gör bende feryadı!..
(1978)
(Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları, 3. baskı / s.170-171-172-173)