ZAMANIN SIRRI
Ferdin hem derinliğine, hem genişliğine doğru tek çilesi, bütün mezhepleri, bütün dünya görüşlerini, bütün davranışlarını bir araya getirmiş olarak şu birkaç kelimede hülasa edilebilir: Zamanı aşmak… Zamanın üstüne çıkmak… Nasıl ki, uçaklar müthiş kasırgalı bir günde yükseğe çıkmayı tecrübe ederler… Zaman, bir kasırga gibi dünyamızı muayyen bir seviyede ihata etmektedir. Bu seviyenin üstü vardır. Onun üstünü bulmak, ölümsüzlüğe geçmek… Zaman… Zamanı aşmak dedim. Zaman en büyük sır… Bugün felsefenin içinde hâlâ kanlı terler döktüğü mefhum; zaman… Zaman ayağımızda bir bukağı… Allah’ın üzerimize attığı ağ… İlâhî kudreti zamandan daha büyük bir sahada müşahade etmek imkânı yok… Bir ân içinde, söylediğimiz söz, başıyla var, sonuyla yok. Ortasıyla bir var, bir yok! Tasavvufa göre zaman; bir vücut-varlık, bir de yokluk-adem arasında mütemadî bir dönüştür. Allah her ân kâinatı yok ediyor, her ân var ediyor ve bütün zıtlar bundan doğuyor. Bütün hikmetler bundan doğuyor.
Ve insan; ruhiyle zaman üstü bir iştiyak taşıyan insan, bedeniyle, kafasıyla, fikriyle zamanın ağında mahpus… Bir ağa tutulmuş arslanlar gibi… Hakiki arslanlık bu ağı parçalayabilmekte… İnsanlar zamanı aşmak için derinliğine fert ve genişliğine cemiyet olarak birçok eser vermişlerdir. Mısır’ın mumyaları, Mısır’ın ehramları ne mâna ifade eder? Bu, zamanı madde tedbirleriyle aşmağa kalkmaktır ki, gülünçtür. Mumya, 300 sene sonra üstünde bir kıl ve bir tüyle de mumyadır ama, ruhu, mânası, cevheri uçmuş gitmiştir. Zamana mukavemet mimarisi ehramlarla izah edilir. Mısırdaki ehramlar zamana mukavemet mimarisinin âbideleri… Ama onları da zaman bir kurşun kalemi gibi yontar. Bugün değilse yarın… Nihayet kemiyetler çerçevesinde ehramlar da su olmaya mahkûmdur. Zaman öyle bir ağ ki, (materyalist) görüş onu inkâr eder… Zamanı inkâr etmek değil, zaman üstü iştiyakı inkâr eder. (Materyalist) görüş bile zamana karşı ve yokluğa karşı hesabını vermek mecburiyetinde kalmıştır. Der ki, (materyalist) görüş, ölüm için; “ölüm ve yokluk öyle bir şeyedir ki, içinde yokluğun ıstırabı da yoktur. İçinde yokluk bile olmayan yokluk…”
Böylece hayvanî bir teselli bulmaya çalışır. İşte fertteki bu gayenin, zamanı aşma gayesinin cemiyetini kurma ve ferdin demetinden ibaret olan, fakat kendi kanunlariyle ferde hâkim olan ve ferdin hamleleriyle yeni mayalara namzet olan cemiyetler, bu gaye etrafında toplanmaya bakarlar ve bu gayeye kendisini götüren sistemlere iman sistemleri ve İdeolocya derler. Fert ve cemiyet, alıcı-verici büyük bir istasyondur. Fert bu istasyonun lambaları, cemiyet de cihazı ve şebekesi… Bu istasyonun aldığı, demin bahsettiğim senfoni, büyük ideolocyadır. İdeolocyanın tam tarifini yapalım: Fert ve cemiyet arası inanılan ve bağlanılan fikirler manzumesi. Ferdin ve cemiyetin inşasındaki bütün esasları veren fikirler manzumesi. Bu konferans gelmiş ve geçmiş ideolocya ve sistemlerin kendi aralarında ve bir ana vahide bağlı olmaksızın muhasebesi, murakabesi değildir. Doğruyu bilmeden yanlışı çıkarmak işi değil bu konferans.
Bir İngiliz muharriri, birçok insanlara şâmil bir ruh hâletinden şöyle bahseder. Der ki, biri öbürüne: “Ben bir fikir sahibi değilim, fikrimi ancak karşımdakinin fikrini düzeltirken, tashih ederken bulurum.” İnsanların çoğu böyledir. Karşısındakinin sakatını bulurken kendi doğrusunu aradığını ve bulabileceğini zanneder. Konferansımızın asıl ismi de İslâm ve bütün dünya. İdeolocyalar muhasebesi… Peşin haber verelim ki, bizim doğrumuz sadece İslâm, yanlışımız da İslâmdan başka her şeydir.
(İslâm Ve Öbürleri, Büyük Doğu Yayınları)