HÛŞ DER DEM
Sâlikin, her nefesini şuur halinde ve uyanık olarak alması… İnsanın nefesleri “he” sesi ile girip çıkıyor… Bu “he”, “hüviyet”in, “he”sine işarettir. Demek ki, insan, her nefeste zikredicidir; ancak bunun mânâsı ve şuurundan gafil olduğu için bu zikirden sayılmaz ve zikrin faydasını temin etmez. Böylesi zikir, uykudaki konuşmaya benzer. Uyuyanın, uykusunda konuştukları, nasıl, mânâsını düşünmekten uzak olduğu için, hiç bir kıymet ifade etmezse; zikir de şuur halinde olmadıkça itibardan düşüktür.
Bu yola girmekten murad, her nefeste gerçek İhsan sahibi Allah’ın Zât’ına işaret edici teneffüsi “he”yi, mânâsını sürekli hatırda tutarak teneffüs etmektir. Bu yola giren, bilhassa içten gelen nefesinde huzur ve şuur halini korumalı, asla gaflete yol vermemelidir. Bir nefesten diğerine geçiş, gafletle değil, huzurla olmalı ve nefesler, Allah’ı hatırlamaktan bir an bile uzak olmamalıdır. Bu yolda nefesi muhafaza ve ona riâyet etmeyi pek mühim saymışlar ve nefeste şuur halini muhafaza etmeyeni de kayıp bilmişlerdir. Bahâüddin Hazretleri buyurdular: “- Allah’a varış yolunda işin aslı, nefes üzerindedir. Bütün himmet ve gayreti, nefesi muhafazaya; ve her nefesi de huzura hasretmek gerektir. Nefesin giriş – çıkış ânı ve iki nefes arası, sakın ha gafletle geçirilmesin!,..”
Necmüddin Kübrâ, “Fevâtih’ül-Cemâl” adlı risalesinde şöyle buyurur:
“-Zikrullah ki, teneffüs eden bütün canlıların zarurî nefesleridir. Nefesin girip çıkmasında Allah’ın gayb haline ve hüviyetine işaret eden ve her teneffüs eden canlının, nefes alış verişinde ses halinde teşekkül eden “ha” harfi; ister huzur ehli olan insanlar gibi, mânâsı bilinerek, şuurlu olsun; ister gafil insanlar ve sair hayvanlarda olduğu gibi şurursuz olsun, yine de, her alınan ve her verilen nefeste sürer gider.
“Allah” lafzındaki son harf olan “ha” da bu “ha”dır. Kelimenin başındaki “Al” eki, tarif için olan, “eliflâm” ekidir. Yine kelimede, “Iâm” harfinin şeddeli oluşu, tazimi mübalâğalı kılmak içindir. İşte “Allah” isminin hakikati olan “h”, nefeslerde sürüp giden ve O’nun ismine işaret eden o “h”dir ki, onsuz hiç bir şey hayata hak kazanamaz.
Akıllı talip odur ki, Hakk’ı bildiği nisbette, bu harf-i şerifi teneffüs ederken, O’nun İlâhî Zât’ın hüviyetini de düşünmüş olsun ve her nefes alıp verişinde o yolu takip ederek, huzura varma, yani Allah’la olma gayesine erişinceye kadar şuurunda o Zât’ın hüviyetini muhafazaya gayret göstersin ki, bu nisbet, zahmetsiz olarak onun gönlüne yerleşmiş, onun tek düşüncesi olmuş olsun; öyle ki, artık o nisbeti, külfetsiz olarak gönlünden çıkarmaya muktedir olmasın.
Tasavvuf ıstılahında hüviyet, “lâ taayyün – belirsizlik” itibariyle Hakk’ın Zât’ından ibarettir. O derecede belirsizlik ki, “hüviyet” ifadesi, hüviyet tabiriyle bile kayıtlı değil… Bu mertebede O’na hiçbir ilim ve İdrâk yanaşamaz; bu itibarla O, “Mutlak Meçhûl”dür.
Tasavvuf Bahçeleri kitabından