Bir gün yüz kadar sual hazırlayıp evlerine gittim ve Garbî ağabey (Efendi hazretlerinin kızı Mâide Hanım’ın damadı), hala (Mâide Hanım) ve bu fakîr (Süleyman Kuku) oturduk. Suâllerimi sordum. Efendinin ev ve aile hayâtı gibi, husûsî taraflarına âid suallerdi. Buraya, sadece cevâbları yazıyorum. Cevâblardan sualler anlaşılır:
-İşrak ve duha [kuşluk] namazlarını camide kılardı. Yalnız kılardı. Kışın mangalı da oraya koyardı.
-İkindinin sünnetini terk ettiğini görmedik.
-Akşam namazından sonra Evvâbîn namazını da kılardı.
-Teheccüd namazını kılardı. Hanımı Esma hânım da kalkardı. Mekkî efendi de kalkardı.
-Namazları müstehab vakitlerinde kılmağa çok dikkat ederdi.
-Kahvaltıyı sabah namazından sonra yapardı.
-Sabah namazından sonra yatmazdı, kuşluk vaktinde yatardı.
-Az yer, küçük lokmalar alır ve yavaş yerdi. Ağzı ufacıktı.
-Kaylûle yapardı, yatsıdan sonra uzanırdı, hanımları otururdu.
-Geceleri ekseriya kitâb mütalaası ile geçirirdi.
-İkindiden sonra yatmak âdetleri değil idi.
-Yemek, içmek ve yatmak gibi hususlarda zamana dikkat ederdi.
-Akşam güneşinden sonra eve geleni azarlardı.
-Her işinde itinalı idi. Mendilini katlar, temiz elbise giyerdi.
-Müsâfir olarak sabah namazının akabinde gelenler de olurdu.
-Umumiyetle haberli gelinirdi, kendileri de davet ederdi.
-Ba’zı sevdikleri için belli zaman ta’yîn etmezdi.
-Müsafirlere çay, yemek, peynîr ve bayramlarda Keşkek ikram ederdi.
-Önceleri geliri evkaftandı. Evkaf aradan çekilince sıkmtı çektiler denilebilir.
-Ziyaret edecekleri ahbablarını bazen haberli, bazen habersiz ziyaret ederlerdi.
-Kendini ziyarete gelenler bazen az, bazen çok otururlardı. Daha doğrusu şahsa, ya’nî gelen müsâfire göre hareket ederlerdi.
-Müsâfirleri kışın evde, yazın taşlık dediğimiz yerde ağırlardı.
-Asîde tatlısını severdi. [Un, yağ, kavrulmuş şeker]. Tırşık, perde pilavı severdi.
-Çorbaya ekmek doğramağı sevmezdi. Böyle yapan birine mâni olmuştur. “Temiz ve nezîh yeyiniz” buyururdu.
-Yaprak sarması, kabak dolması, keşkek, domates ve soğan dolması severdi.
-Turfanda sebzeleri severdi.
-Son onbeş sene sigarayı terk etti.
-Balık yerdi. “Midye yemeyiniz” derdi.
-Acı kahve, bal şerbeti ve çay içerdi.
-Kahvaltıda yağda yumurta üzerine yoğurt koyar, öyle yerdi.
-Akşamdan sonra badem, ceviz, fındık, bal, çörek otu dövüp karıştırırlar, bunu severdi.
-Sütlâç, muhallebi, lokma tatlısı yerdi.
-Ayran çorbası, yarma çorbası [ayranlı veya ayransız] severdi.
-Pişmiş pazıyı kuşbaşı ile yemeği severdi.
-Bamya yerdi.
-Kavun ve karpuzu severdi.
-Takma diş kullanırdı. On-onbeş senede bir değiştirirdi. Ya’nî damak kullanır, bazen geceleri suda bırakırdı.
-Ailede eskiden beri yapılan ve sevilen yemekler: Et, pilâv, keşkek, yayla çorbası, yarma çorbası, yaprak sarması ve kabak dolması.
-Erkek isimlerinden Ahmed ve Muhammed…li isimler verir, Cüneyd, Sevbân, Rüchân isimlerini severdi.
-Kadın isimlerinden Nefise, Sabîha gibi eski isimleri severdi.
-Bazan ismen, ba’zan lakab, bazen kısaltma olarak hitâb eder, Sabîhaya sabko, kızı Mâide hanıma Mâdub, Süheyl’e Behîk, Nevzâd’a Kühîk derdi.
-Kadınlar için yine Münevver ve Teyhân isimlerini severdi.
-Şaka yapardı. “Çıplak gezeceksiniz, günâh işleyeceksiniz, çabuk ölün” derdi. Sevdiklerine ölümü tercih ederdi. Şâkir ve Emine fantezi giyinirlerdi.
-Efendi babam çocuklarına çok yüz vermezdi.
-Ekseriya babam birisine hitab ederken, “Babam” kelimesi ile başlardı.
-En kötü kişiye rûh-i habîs, Şemseddin’e Harabeddin derlerdi.
-Eşek, köpek gibi hitablar kullanmazdı.
-Efendi, bey, azîzîm, biraderim gibi hitâb kelimeleri kullanırdı.
-Yetimleri incitene kızardı. Bu yüzden kızına kızmıştır.
-Hiç kimseyi dövdüğü, sövdüğü görülmemiştir; bastonunu sallardı, o kadar.
-Akşam olunca herkesin evde olmasını isterdi. Gece sokakta gezmek yoktu.
-Hanımlarına, eline sağlık, Allah razı olsun, teşekkür ederim gibi memnuniyet ifâdeleri kullanırdı.
-Nene hanımın terbiyesini çok beğenirdi.
-Kıskançlığı yoktu, kini yoktu.
-Bazan: “Beni dinlemediler, dinleseydi kazanırdı” derlerdi.
-Terbiye için kızardı veya öyle görünürdü.
-Tavizsiz bir tavrı vardı.
-Kızdıklarını belli eder, azarlar, men’ ederdi. Tersi için de böyle idi. Memnun olur, tergîb ve teşvik ederlerdi.
-Her hafta banyo yapardı. Husûsî havlu, bornoz gibi eşyası vardı. Mendili temiz ve ütülü idi.
-Evde de sarık kullanırdı.
-Umumiyetle ince çorap giyerdi.
-Mest giyerdi. El ve ayakta, Mekkî efendi ve Mâide hala, Efendi’ye benzerdi. Gözleri hafif çukurdu. Derinden bakıyormuş hissini verirdi.
-Misvak kullanırdı. Fırça kullanmazdı.
-Kravat takmamıştır.
-Gömleği yakasız idi.
-Deve tüyü, gri, kurşunî ve beyaz renkleri severdi.
-Kadınların tesettüründe titiz idi.
-“Saçınızı topuz yapmayınız” diye hassaten söylerdi.
-Mevsime göre elbise giyerdi.
-Yazın uzunca ceket, kışın palto, namazda siyah cübbe giyerdi.
-Çok elbisesi yoktu. Kullandıklarını Van’a yollardı. Beyaz, yakasız gömlek giyerdi.
-İç çamşırları uzun ve düğmeli idi.
-Câmi’de cübbe giyerdi.
-Temiz ve güzel giyinmeği sever ve tavsiye ederdi.
-Kadınları için belli bir kıyafet üzerinde durmaz, tesettüre riâyet çok isterdi. Nâmahremlere göstermemek üzere, güzel giyinmelerini, ziynet kullanmalarını beğenirdi.
-Picama olarak entari giyerdi.
-Evde de başı açık durmazdı. Evde de ekseriya çorabsız durmazdı.
-Kardeşlerinden Yûsuf efendi Musul’da, Şemseddin Başkale’de, Ziyâeddin de Başkale’de ahırete intikal etmişler. Abdülkâdir de Efendi’den bir sene sonra İstanbul’da vefat etmiştir. Kızkardeşi Mu’teber hanım İstanbul’da vefat etmiştir. Edirnekapı kabristanındadır. Tevfîk beyin annesidir. 1931 veya 1932’de vefat etmiştir. Sâlihâ, mütedeyyine, hürmetkar ve büyüklerin kadrini bilen bir hanım idi. Efendinin hanımı Esma, Hamîd Paşa’nın biraderi Mahmûd’un kızı idi. Aişe hanım, ya’nî Efendi’nin hanım efendisi Seyyid Fehîm hazretlerinin oğlu Muhammed Reşîd efendinin kızı idi. Nene hanım, Paşa’nın yeğeni Muhyiddîn’in oğlu Hasan’ın kızı idi. Bedriye hanım Rumelili idi. Son hanımları Mâide hanım Tîmur oğullarındandır. Çocuklarının hepsi Aişe hanımdandır. Oğulları, Mekkî, Enver ve Münîr, kızları Şefi’a ve Mâide hanımlardır. Şefi’a Musul’da koleradan vefat etti. Tevfik’ın amcası Salih beyin hanımı idi. Salih bey baştan intisab etmedi. Gidişatı iyi değildi. Sonra Seyyid Fehîm hazretlerinin kabrine iltica edip: “Fırârî geldi efendim” dedi. Şefia hanım veliye bir hâle sâhibdi. Vefatında Efendi Hazretleri: “Kadir bilmez, kirli Sâlihden kurtuldu. İyi oldu” buyurdular. Efendi Hazretleri torunlarını çok severdi. Bilhassa Behâeddin’i. Akrabasının kendi aralarında teehhülünü [evlenmesini] tercih ederdi.
-En çok sohbet etmekten, kitâb okutmak ve mütala’a etmekten zevk alırdı. Tenezzüh de hoşuna giderdi.
-Ağaçları aşı yaptırır, bahçe ile vazifeli adamları olurdu.
-Hazreti Şeyh’e ittiba’en av gibi işlerle uğraşmazdı.
-Akrabayı, ahbabı yoklar, sıkıntılarını giderirdi.
-Yeni devlet idaresinden sonra sakal ve bıyık hususunda susmuştur.
-Zamanın katılığı karşısında eshabı sakalsız, fakat hemen hepsi bıyıklı idi.
-Dünya tahsillerinden tercihleri fen dersleri idi, ama kadınlarla ihtilât ve muhâtab olmayacak şekilde. Tıbbı tercih etmezlerdi. Efendice, kişinin islâmdaki takvası önemli idi. Makam ve mevkı’i mühim değildi.
-San’atlarından terziliği tercih ederdi.
-Kadınlar için yün eğirmek, örgü örmek, dikiş dikmek gibi meşgaleler tavsiye ederdi. Bu vesile ile kızlarına dikiş makinesi hediye ettiklerine işaret etmiştik.
-Efendi Hazretleri babalarından stayişle bahs ederdi. Akrabadan en çok, yeğeni Faruk beyi severdi.
-Hazreti Şeyh’in (kuddise sirruh) oğulları arasında, Muhammed Sıddîk’tan (kuddise sirruh) sonra en çok Ma’sûm efendiyi severdi. “Bu zamanda kâmil insan olarak yalnız Ma’sûm efendiyi bilirim” sözünü Ziya bey nakl etmiştir.
-Akrabanın hanımlarından Paşa’nın kızı Nesîbe hanımı çok severdi. Şeyh Hasan’ın gelini idi. Ma’sûm efendinin hanımı Aişe hanıma da son derece hürmet ederdi. Bu ikisine “Hanım” derdi ve bunlara ayağa kalkardı, sigara ikram ederdi. İkisi de sigara içerdi. Nesîbe hanım Efendi Hazretlerine mensûb idi.
-Torunlarından Behâ’yı çok severdi. Kadınlardan Refika hanımı çok severdi. Ona Refı’a derdi. Onu herkese misâl gösterirdi. Çok zeki, hafızası kuvvetli idi. Annesi Efendi babanın baldızı, babası Hamîd Paşa’nın oğlu Abdullah efendi idi.
-İstanbul’daki eshabından en çok sevdikleri: Ziya bey, Hâlid bey, Hilmî bey, Sabri bey, Mehmedçik. Ziya bey için: “Ziya civânmerddir” buyururdu.
-Van’da Abdülmecîd efendiyi, kardeşlerinden Tâhâ efendiyi çok sever, onun için: ” İlim Süreyya yıldız kümesine çıksa, Tâhâ indirir” buyururdu. Geceleri kitâb mütala’a ederken, mühim yerler için, bastonu ile tavana vurur. Tâhâ efendiyi çağırır, o da giyinir, sarığını bile başına koyup gelirdi. Efendi baba: “Tâhâ, ben şurayı şöyle anladım, sen nasıl anladın” buyurur, o da cevâb verip dönerdi. İcap ederse, yine çağırırdı. Bir gecede belki on defa çağırdığı olur, her defasında giyinip gelirdi.
-Yer altı câmi’-i şerifi imamı Alî Efendinin arkasında namaz kılardı.
-“Zamane vaizlerinin va’azlarını dinlemeyin” buyururdu. Bir defa Cuma’ namazı için Hilmî Beyle Bebek camiine gitti. İmam va’z verirken din düşmanlarına o kadar çattı ki, Hilmî Bey hocamız hislenip ağladı. Efendi Hazretleri: “Ne o Hilmî, ağlıyor musun? Ağlama ve buna inanma. Çünkü bu da onlardandır” buyurdu. Hilmî Bey hocamız hayret etti. Otuz kırk sene sonra, Efendi’nin sözünün doğruluğu, bir vesîle ile ortaya çıktı da, Hilmî Bey hocamız işte o zaman cidden ağladı ve: “Efendi bambaşka bir insandı” dedi.
-Damadı Salih beye kızardı.
-Mektûbat, İhya, Kimya ve Şeyh-i Ekber’in kitablannı mütala’a ederdi. Fakat Muhyiddin Arabi’nin kitablannı okumağı tavsiye etmezdi. Nehc-ül enam, Divân-ı Mevlânâ Hâlid, Divân-ı Cüzeyrî, tefsirden Beydâvî, şiirden Fuzûlî’nin bazı gazellerini ve nat-i Peygamberisini beğenir ve okurdu. Arabî divanlardan Ömer bin Fârid hazretlerininkini severdi.
-Osmanlı Padişahlarının hepsini severdi. Bilhassa Abdülhamîd ve Vahîdeddin Hân’ı.
-İstanbul’u severdi. Van’da sarayım olacak yerde, İstanbul’da gece kondum olsun” derdi. Saray Bosna’yı da görmeden severdi.
-Duadan sonra ellerini yüzüne yukarıdan aşağı sürerek indirirdi.
-Sessiz dua ederdi. Duada ellerini itidal üzere kaldırırdı.
-Namazdan sonraki duanın sonunda: “Allahümmağfir verham ve ente hayr-ür-rahimîn, rabbiğfir verham ve ente hayr -ür rahîmîn, rabbiğfir verham ente hayr-ür rahimîn, teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn” der, ellerini yüzüne sürerdi. Fatiha okumazdı.
Burhan Toprak, Efendi Hazretlerine: “Hazreti îsâ aleyhisselâm hakkında ne dersiniz?”diye suâl edince: “Babasız, hak peygamberdir” buyurdu. Peygamberimize nisbetle farkları nedir? Dedi. “Büyük” buyurdu. Ne gibi, dedi. “Hazreti îsâ melekiyyette en üstün derecede idi. Ona nisbetle de bir eksiği vardı” buyurdu. Neydi eksiği efendim? Dedi. “Beşeriyeti” buyurdu.
Sabrî Bey anlattı. Bir gün odada mahremleri ile oturuyorduk. Efendi Hazretleri: “Ben gidersem, şu elektriğin sönmesi gibi karanlıkta kalırsınız” buyurup, duvardaki elektrik düğmesini gösterdi.
(Süleyman Kuku-Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin Külliyatı-1.Cilt- S.355-361)