Necip Fazıl’ın Yaşadığı Dönüşüme Bir Bakış
NECİP FAZIL’ IN YAŞADIĞI DÖNÜŞÜME BİR BAKIŞ
Celal ASLAN
“(…)
Meraklı okuyucular, her şeyden şüphe eden efendi kişiler, kısaca her şeyi titizlikle inceleyenler için şu Bohemi bir kere daha tarife kalkışırsak şöyle diyebiliriz: Bohem hayatı sanatçı hayatının başlangıcıdır. Yani bu hayat Fransız Akademisi’ne, Kimsesizler Yurdu’na ya da morga giden yolun başlangıcıdır… Bohem hayatının ancak Paris’te mümkün olabileceğini de hemen ilâve edelim.
(… )
Günlük hayatları bir deha başarısıdır. Daima cüretkâr hesap oyunlarının yardımıyla bunda da muvaffak olurlar. Öyle kahramanlardır ki bu bohemler cimriden bile ödünç para koparabilirler… Medusa’nın meşhur salı üzerinde olsalar bile kuşkonmazla karın doyururlar, gerektiği vakit en mutaassıp bir dindar gibi oruç tutmasını bilirler. Bütün bunlara rağmen ellerine para geçmeye görsün. Öyle bir harcarlar ki tarif edilemez… Son altınları da havaya uçunca, gider tesadüfün sofrasında her zaman boş bekleyen yerlerine geçip otururlar…
Bohemler her şeyden az-çok çakarlar. Papuçlarının delik-deşik veya gıcır gıcır oluşuna göre her yere girip çıkarlar. Bir gün bakarsınız, lüks bir salonda ocağa dayanmış caka satmaktadırlar, bir başka gün de ucuz bir lokantanın çardağı altında yemek yerler. Yolda bir dosta rastlamadan on adım atamazlar ama nerede olursa olusun bir alacaklıya rastlamadan otuz adım gidemezler…
Bohemin kendine mahsus bir dili vardır, bunu herkes anlayamaz; bir sürü atölye, matbaa, tiyatro tabirleriyle, dedikodularıyla süslüdür.
İşte, yanlış anlaşılmış olan Bohem’in gerçek çehresi!
Bohem’i efendi kişiler yanlış tefsir etmişlerdir. Sanat softaları Bohem’i o kadar alçaltmış, öyle iftiralar etmiştir ki! Kendi kabiliyetinden şüphe eden, bin bir güçlükle tutunabilen sahtekârlar, bu yolda yükselmeye çalışanları batırmak hırsıyla, söylemedik söz, etmedik iftira bırakmamışlardır.
Sabırla, cesaretle dolu bir hayat… Bu yolda yürürken düşmemek, budalaların, kıskançların isnatlarına göğüs gerebilmek için kuvvetli bir kayıtsızlık sırrına, bir de gurur bastonuna dayanmak şarttır.
Bohem hoş ama tehlikeli bir hayattır. Galipleri olduğu gibi şehitleri de çoktur. Bu hayata girebilmek için “Veya mağlûplara” kanununu peşin olarak kabul etmek mecburiyeti vardır.”* (Henry Murger, La Bohem, (Çeviren: Turhan Göker), Güven Yayınevi, İstanbul, 1961, s. 13–18).
Henry Murger’in La Bohem adlı romanının ön sözündeki bohem tipini tarif eden bu satırlar Necip Fazıl’ın peşinden sürüklendiği ya da sürüklediği bohem’inin/ bohemlikçinin ana çizgilerini çok güzel ifade eder. Murger’in bohemine insanın yaşadığı her yerde, her zamanda rastlamak elbette mümkün. Ancak Murger’in bohemlik için şart koştuğu Paris, Necip Fazıl’ın da bu yaşama adım attığı şehirdir. Necip Fazıl Paris’e felsefe eğitimi için gönderilir ama oradaki hayatı tam bir bohem içerisinde geçer. Paris’teki bu yaşamı yüzünden öğrenci bursu kesilir ve yurda dönmek zorunda kalır. Bu bir yıllık ‘ışık beldesi’ Paris yaşamı, o büyük dönüşümünün arifesine kadar, İstanbul’da da aynen devam eder.
Necip Fazıl bu yılları içtenlik ve dürüstlükle çeşitli eserlerinde anlatmaktan çekinmemiştir: Babıâli, O ve Ben, Kafa Kâğıdı… Bu eserlerde anlatılan insan derin bir arayışın, bir tatmin ve sığınak özleminin içerisindedir. Bu arayış çabası erdemsizliklerin tam ortasında bile bayağılaşmamış bir hüviyettedir. Necip Fazıl’ı yaşayacağı ve ömrünün sonuna kadar da koruyacağı büyük dönüşüme götüren asıl etken de onun bu halis tecessüsünde aranmalıdır.
Necip Fazıl, bohem hayatın her zerresini yudumlamış; ruhuyla zekâsıyla, varlığının en derinliğiyle acısını, tehlikelerini, zafere ya da yenilgiye götüren bütün yollarını adım adım aşındırmış, bohemliği kendisini yapan asıl cevher olarak mayalandırabilmiştir. Bohemlikte başarı her dehaya kolay kolay nasip olmaz. Necip Fazıl, bohem yaşam tarzını her şeyi o olağanüstü kurcalayıcı, didikleyici kafasıyla alelâdelikten sıyırmasını bilmiş biridir, bohem hayatının en marazî tutkusu kumar bile onun kafasında bir düşünce sistemine götürücü, sanatçı kişiliğini inşa edici bir karakter kazanır.
Necip Fazıl’ın otobiyografik eseri Kafa Kâğıdı’nda çocukluğunun geçtiği konak hayatı, daha çocukluğundan itibaren yaşadığı çevre içerisindeki merkezî konumu, kişiliğinin en ayırt edici tarafları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Ondaki bohemin oluşumunda büyükbabaya ait bu konaktaki her ferdi ayrı ayrı ele almak gerekir. Kafa Kâğıdı’nda en az sözü edilen ‘baba’ ise de Necip Fazıl’ın boheme giden yolda babası şüphesiz mühim bir model olmuştur. Ama daha beş altı yaşında okumaya başladığı kitapların, bunların hepsi de büyükanneye ait sepet sepet tercüme romanlardır, bir çocuk muhayyilesindeki tesirlerini hesaba katarak ve “kendi ifadesiyle “Oniki yaşıma kadar süren bu ölçüsüz, abur cubur okuma hastalığı bende o hâle gelmişti ki, on onbir yaşıma doğru (Poe ve Virdini), (Graziyella), (La-Dam-o-Kamelya), (Zavallı Necdet) gibi hissîlik ve edebîlik iddiasındaki eserlere kadar tırmanan alâkam, nihayet hastalığa dönmüş, gecelerimi ve gündüzlerimi bir ağ gibi sarmıştı. Sonraları (Poe ve Virdini)’yi Heybeliada’da, Papaz Mektebi tarafındaki çamlar altında sabahtan akşama kadar okuyup, gözlerim yaş dolu oracıkta kaldığımı, güneş battıktan sonra, beni arayıp bulduklarını ve zorla” eve götürdüklerini düşünürsek, ne kadar etkisinde kaldığı anlaşılacaktır.” (Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı bir Zirve”, Doğumunun Yüzüncü Yılında Necip Fazıl, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 2004, s. 18).
Necip Fazıl isminde şiir ve yaşam birbirine o kadar kenetlenir ki edebî metinlerindeki anlatıcılar ile insan arasındaki bütün perdeler kalkıverir, onun her eseri ruhunu potasında erittiği bir kaptır. Yersiz yurtsuzların mekânlarıyla iç içe geçen bir ruh hâli hâkimdir onda. Kaldırımlar şiirlerinde ve de özellikle ikinci şiirde bu özdeşleşme hâli iyice belirgindir. Belki de şiirindeki ‘kaldırımların emzirdiği çocuk’ ya da ‘kaldırımların kara sevdalı eşi’ en trajik durumuyla Otel Odalarında şiirinde betimlenmiştir:
Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.
…
Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofalarında, izbe sofalarında.
…
Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında!…
Bohem evsiz yurtsuzdur ama bu yalnız mekânsal bir yoksunluk değildir; o her türlü kayıttan da azade bir ruhtur. Onun dünyasında değer biçtiği şeylere yer vardır, yolunun üzerinde hedeflere vardıracak nesneler birer kıymet ifade ederler, bohemin önünde tek menzil vardır: Zafer… Bütün imkânlar / imkânsızlıklar Necip Fazıl’da bir manaya kavuşur, bunları kolaylıkla birer kıymete dönüştürmesini çok iyi bilir. Böylece Murger’ın sonu felâketle biten bohem tiplerinin, ‘Veya mağluplara’ hitabına uğrayanların akıbetine Necip Fazıl düşmez.
Murger’ın “Gerçek kabiliyetler ise er-geç maksatlarını anlatırlar; deha ile sanat kabiliyeti denen şeyler beşerin tesadüf cinsinden kazâları değildir… Deha bir güneştir, onu herkes görebilir. Kabiliyet de, bir pırlantadır; uzun zaman keşfolunmayabilir ama, en sonunda daima meydana çıkar…” (Murger, age, s. 16) tarifindeki sanatçı tipi Necip Fazıl’da somutlaşır âdeta. Daha yirmili yaşlarında şiir dünyasında şöhret olur, esasen ‘keşfolunmak’ için hiç beklememiştir bile. Sanat söz konusu olduğunda ise Necip Fazıl’da ‘kayıtsızlık sırrı’na ve ‘gurur bastonu’na bütün benliğiyle dayanmış bir ruh hâli buluruz. Onu çağdaşlarından ayıran en kuvvetli taraflarından biri de budur.
Necip Fazıl arayan insandır, bu arayış onu her yere çeker götürür. İstanbul ve kendi arzusuyla gittiği şehirlerdeki memuriyetleri bile bunun sonucudur. Her şeyden kopuk bir yaşam sürmektedir. 1920’lerin sonları onun bohem hayatındaki en yoğun yıllardır; biriken vehimlerin, bunalımların, varılma ihtiyacının taşma noktasına gelip dayandığı yıllar… Bu dönem, Necip Fazıl’ın artık ya bulma ya da kaybetme trajiği karşısında karar vermesi gereken bir yolun sonudur.
Bilindiği gibi 1934 tarihi, Necip Fazıl biyografisinde bir dönüm noktasıdır, ömrünün sonuna dek sürdüreceği bir yaşam biçiminin başlangıcı… Böylece seçimini yapan Necip Fazıl, 1934’te yazdığı Tam Otuz Yıl adlı şiirinde boheme veda edişini söyle ilan eder:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
O, artık Destan şiirine varacak yolun kavşak noktasındadır; ferdî bir sanat tarzından toplumsal / bireysel bir mistisizme dönüşen bir yol ayrımında:
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
__________________
* Alıntının imlâsı, günümüz imlâsına göre düzeltilmiştir.