Sâmiha Ayverdi Ile Görüşmesi
SEMİHA AYVERDİ İLE GÖRÜŞMESİ
Sâmiha Ayverdi’nin Mülâkatlar adlı eserinde geçen Üstad’la yapmış oldukları iki farklı görüşme iktibas edilmiştir:
N. F. Kısakürek- Ben hiçbir muharriri ziyarete gidip tebrik etmiş değilim; size adetâ sürüklenerek geldim. Ben dindar bir adamım. Fakat bunu bir fantezi telâkki ederek inanmayanlar pek çoktur. Paradoks yaptığımı sanırlar, alay, mizah mevzuu yaparlar. Ziyanı yok. Ben, başkalarını beni itham eder görmekten zevk alır, tekzibe lüzum görmem. İslâm’daki şiir ve felsefe hiçbir yerde yoktur. Hazreti Muhammed en büyük İnsan; o, her asrın büyüğüdür. Fakat bilmek lâzım… Kitaplarınızı okudum. Hayran oldum. Buna emin olun. O kadar ki benim için pek kıymetli olan Paskal’ın eserleri ile ve dâima elimin altında, gözümün önünde duruyorlar. Fakat belki canınızı sıkacağım, lâkin söylemeden, hattâ üstünde ısrarla durmadan geçmek istemediğim nokta şu ki, bu inzivanız çok zararlı bir şey… Ortaya çıkın, inin artık saklandığınız kuleden…
S. Ayverdi— Ben münzevî değilim ki… Hem prensip olarak inzivadan pek hoşlanmam da… Eğer bir tecerrüd lazımsa, bunu kesret dalgalarının çalkantısı ortasında yapmak da mümkündür.
N. F. Kısakürek— Oh, hem de öyle münzevîsiniz ki, darılmayın bayağı kızıyorum size.
S. Ayverdi- Eğer bu dediğiniz vaziyet için bende bir meyil olsaydı, muhakkak ki tekâzâ eder ve çoktan cemiyetin bir koluna sürüklerdi. Fakat mademki buna bir lüzum hissetmiyorum; şu halde zorla kendi kendimi şevketmem gayri tabîi bir hareket olur. Ben hayat vazifemi kendi âlemimin hususî havası içinde kurmuşum, kâfi işte.
N. F. Kısakürek— Yanlış düşünüyorsunuz. Cemiyet size muhtaç. Kendi zevkiniz, kendi sükûn ve inziva ihtiyâcınız nâmına bu hareketinizi tasvîb etmeniz asla doğru değil. Bu biraz da hodbinlik. Hakkınız yok buna. Ben, gece yanlarına kadar çalışan ve uykularımı üstüne düştüğüm kitapların, yazıların arasında geçiren, pek ziyâde meşgul bir adamım. Böyle iken işte size gelmeye bir vakit ayırdım. Şimdi size, faraza beş dakika matbaaya uğramanızı rica etsem yapar mısınız?… Bakın susuyorsunuz, olmadı işte.
S. Ayverdi- Bence bu dünyada her işi ehline bırakmak ve her kâr sahibini, üstüne almış olduğu vazifesi içinde seyretmek lâzımdır. Binaenaleyh ben de size hak vereyim, siz de bana…
**
4 KASIM 1945
N. F. Kısakürek- Af buyurun Hanımefendi, saatimden erken geldim. Fakat şuraya gelebilmek için ne müşkülleri, ne işleri geride bıraktım. Sizi görmeği cidden istiyordum. Bu benim için tasavvurunuzun üstünde bir zevk. Mecmuanın işleriyle o kadar bunalmış, onların içine o kadar batmış bir haldeyim ki arzularıma ve istirahatıma bir dakikamı ayıramıyorum. Artık bundan da anlarsınız ki şurada bulunabilmek için ne içten bir kuvvet sarf etmiş bulunuyorum. Mecmuayı bu defa nasıl buluyorsunuz?
S. Ayverdi- Mükemmel bir orkestrasyon göze çarpıyor. Cidden muvaffak oluyorsunuz.
N. F. Kısakürek— Matbaa ile uğraş, makine ile, mürettible, muharrirle uğraş… Hiç durup dinlenmeden uğraş. Fakat asıl mesele, muhtelif imzalara, muhtelif mevzulara, çeşit çeşit düşüncelere bir manevi hiza temin etmekte. İşte asıl orkestrasyon, bu saf birliğinde. Faraza Mustafa Şekib’de kokladığınız hava, Salih Murad’da da kuvvetli, hattâ Burhan Belge’de bile aynı çeşni. İlâhî bir bütün kuramadıktan sonra neden yorulup uğraşmalı ki, hayat demek bu demektir. Mecmuanın hangi köşesi alakanızı daha fazla çekiyor?
S. Ayverdi- Tabiî Adıdeğmez’in* Halkadan Pırıltılar’ı…
N. F. Kısakürek— (Gayet samîmi, adetâ ağızdan kaçarcasına): Zaten mecmua da o sahifenin aşkına çıkıyor. İnsanoğlu tasavvufu hakîki mânâsında bilmiş olsa, kendi için de dünya için de bundan üstün bir iş yapmış olmaz. Onlar, ama hakiki onlar, herşeydir. Her şey onlar içindir. İnsanoğlu için hakîki nesesite budur.
* Necip Fazıl Kısakürek’in müstear ismi olup, Halkadan Pırıltılar daha sonra yazarın kitapları arasında yayınlanmıştır.
(Bir sözden başka bir söze atlamak ihtiyaciyle.)
Size garib bir hissimden bahsedeceğim. Az evvel şu salona girdiğimim zaman bir tuhaf oldum. Olmamalı idim, fakal oldum. Evvelki sene biraderinizin benim İngilizlerden para aldığım rivayetini söylemesi hatırıma geldi. O gün ne kadar üzülmüş, kendimden geçmiştim, hatırlarsınız tabîi. Halbuki sonradan bu hareketimden ne kadar utandım, kendimi ne kadar tâ’yib ettim. Pek tabîi ki bu frensizlik hoş bir kâr değildi.
S. Ayverdi- Kardeşim gayet temiz kalpli bir insandır. Olduğu gibi konuşur. Esasen bu türlü rivayetleri takbih zımnında böyle bir söz açmıştı.
N. F. Kısakürek-Ben neye üzüldüm biliyor musunuz? Hakkımda söylenenlere değil, asla asla değil. Kendi tahammülsüzlüğüme. Halbuki tasavvuf bir fantezi değildir; onun icâblarıyle âmel etmek lazımdır. Ben bu cihetten biraderinize müteşekkirim; zîra bu acıyı tattırmakla, beni bir nefs muhasebesine sevk etmiş oldu.
S. Ayverdi- Siz, Halkadan Pırıltılar’da demek suretiyle, bürünmek istediğiniz manevî şekli ve ilahi kıvamı anlatmış oluyorsunuz. Şu halde üst tarafıyle alakadar olmamalı…
N. F. Kısakürek- Hanımefendi, ben hakkınızda birbirinden üstün sözler dinlemiş bir adamımdır; fakat benim senseritemden şüphe etmemenizi rica ederek bir tecessüsüme cevap isteyeceğim. Bunu ağzınızdan dinlemek istiyorum. Siz, şüphesiz ki bir müntesibsiniz.
S. Ayverdi- Evet.
N. F. Kısakürek- Bu besbelli. Ve ben sizin yulkarıdan aşağıya, evsafınızın hayranı ve hürmetkârıyım. Ancak sizin kime bağlı olduğunuzu öğrenmek isterim. Bu benim için pek ehemmiyetli bir nokta. Gerçi ben herkesin maddî manevî setrine ehemmiyet verir ve hürmet ederim; fakat sizi yetiştireni görmek istiyorum, bu hususta benim önüme düşünüz, beni kendisiyle görüştürünüz…
S. Ayverdi- Hocam kimseyi kabul etmez; fakat bir fırsat bulursam bu arzunuzu arz ederim.
N. F. Kısakürefek- Ama beni af buyurun, bu hiç tanımadığım zât hakkında en küçük bir rivayet duymuş değilimdir. Ben meçhule de hürmetkarım. Kendisini hiç, ama hiç tanımıyorum. Tanımak isteyişim, sırf sizi yetiştirmiş olması itibariyle bu derece ehemmiyetlidir. Şu anda bu zât, benim için bir (x)dir o kadar.
Arada şunu da söylemek isterim ki, insanoğludla bütün meçhuller için ihtimaller gizlidir. İşte ben affınızı isteyerek bu ihtimallerden bahs edeceğim. Bazen mürşid iktidâ edilecek büyük bir kıymet, mürid, iktidâ etmesini bilmeyen bir heykel olur. Bazen mürşid iktidâya değmez bir zavallı olur da mürid onu o gözle gürürse, neticede mürid kazançlı çıkar. Ama bazen mürşid de mürid de birbirlerini ikmal ve itmam eden kıymetler olur ki nûrun ala nûr.
Ama dediğim gibi ben sizin bağlı olduğunuz zâtı tanımıyorum. Bu yüzden de kendisine payânsız hürmetim var. Ancak hatırıma geleni söylüyorum.
S. Ayverdi- Söyleyin, istediğinizi söyleyin. Görüyorsunuz ki bunlara cevap bile vermiyorum. Adamın biri: Benim Allah’ın varlığına bin bir yerde delilim var… deyince, dil ehlinin biri de: Öyle ise bin bir yerde şüphen var, diye cevap vermiş.Ben hocamı, tenzihten de tenzih ederim. O her türlü sena ve sitayişin fevkindedir.
N. F. Kısakürek- Bir müridin bir insan-ı kâmil için söyliyeceği söz…
Ama bakin size gene ne diyeceğim: bir kâmil insan, kendisini görmek talebinde bulunan bir kimseyi nasıl reddeder?
S. Ayverdi- Bir fikir veya fiil, çok defa bizim tefsirimize göre mânâ ve renk kazanır. Binaenaleyh, bir büyüğün ihtiyar etmiş olduğu hayat tarzını da kendi zaviyemizden değil, kendi zâviyesinden seyretmemiz daha doğrudur.
N. F. Kısakürek- Mürşidiniz Nakşı midir?
S. Ayverdi- Hayır Rifâî.
N. F. Kısakürek- Mühim nokta. Siz Naksiliği bilir misiniz?
S. Ayverdi- Ben bu işlerin içinde büyümedim. Esasen Üstadım da Tekke âleminden yetişmemiştir. Kendisi münevver bir Galatasaraylıdır.
N. F. Kısakürek— Asıl münevverlik tasavvuf ehlindedir. Bakarsınız koyunun sütü ile geçinen köylü ile kulübesi arasında yaşayan adam, bu hilkatten maksud Peygamberin vücudu olduğunu ve Allah’ın her yerde sârî olduğunu bilmekle, âlim geçinenlerden daha üst, daha aşinadır.
S. Ayverdi- Size şunu söylemek isterim ki, Üstadımın bu cihanda hiç bir dâvâsı yoktur.
N. F. Kısakürek- Ama asıl dâva da dâvâsızlık değil midir? (Bir sözden bir söze atlıyarak.) – Bizim dâvamızı mukaddes bulmuyor musunuz? Bizim dâvamız, bir dâvasız kimse için mukaddes değil midir?
S. Ayverdi- Üstadım, her oluşu, her istidadı kendi mahiyeti itibariyle hürmete şayan görür. Fakat kendisi her kayıddan, her alâka ve arzudan beridir. Bir derviş, mürşidinin ahvali sahifesi olmak itibariyle, eğer bende, benim iç ve dış gidişimde, bir yoldan çıkmaklık görüyorsanız, aynı hâli Üstadımda da arayabilirsiniz.
N. F. Kısakürek- Hayır, hayır böyle üzüntülü düşünmeyin. İnanınız bana ki hiç tanımadığım ve hakkında tek kelime duymadığım bir meçhule, ancak hürmet beslemekteyim. Ancak ellerinden öperim, beni lütfen kabul etsin, kendisi ile görüşmek istiyorum. Yahut isterseniz, pek yakında tekrar sizinle görüşelim, kendisini görmek sonraya kalsın.
S. Ayverdi- Ben de öyle düşünüyorum.
N. F. Kısakürek- Bu gün sizinle görüşmemiş gibiyim. Tasavvuf bahsi üstünde sormak İstediğim geniş bahisler var ki, bu dar saate sığmaz. Şoför durmadan korna çalıyor. Bekletmiye mecburum; zira dostum Burhan Toprak hastadır, onu ancak bugün hastahanede ziyaret edebilirim. Kendisi hoş ve kıymetli bir insandır.
S. Ayverdi- Evet Güzel Sanatlar Akademisi’ne müdür olmak hayli yorucu, bilgi ve zevke dayanan bir iş.
N. F. Kısakürek- Ben estetiğe son derece ehemmiyet veririm. İslâmiyet, sonsuz incelikler ve nüanslarla doludur. Birbirinin içinden geçe geçe birbirine zıd görünen ahenkler ve barışlardan yapılmış bu güzellik âbidesi. İşte Büyük Doğu’da bunları tebarüz ettirimeğe gayret ediyorum.
S. Ayverdi- Fakat ne yazık ki gün günden anlayıcı ve mubatab azalıyor. Cemiyet, gerek idrâk ve irfan, gerekse fikir ve zevk seviyesi cihetinden sür’atte sükut ediyor.
N. F. Kısakürek- Ne yapayım. Benim vazifem, elimden geleni yapmak. Ötesine karışmam. Beni tasavvuf fantezisi yapmakla zan edenler çoktur. Ama inanınız ki ben içimden içimin tâ erişilmez derinliklerinden gelen bir mistikim… Bütün gayem Allah…