Allah Hayy Ve Lâyemut
ALLAH HAYY VE LÂYEMUT
-62-
Peygamber beldesinde bir levha kıyametten…
Bir dökülüş, saçılış, bağı kopmuş demetten.
İnsanlar, akılları oynamış, koşuşmakta;
Sanki ışık kalmış da yıldızlar tokuşmakta…
Sanki mekân silinmiş, zaman boşta dönüyor.
Aydınlıklar bir yana, karanlıklar sönüyor.
Sesler, acı, yırtıcı sesler: Peygamber uçtu!
O ki, ezelde ilk uc, ebedde de son uctu!
Peygamber evinde hal, büsbütün müthiş, müthiş!
Bağrıyor avaz avaz, Ömer, kılıcı çekmiş:
«Kim O’na öldü derse keserim kelesini!
Yakında görürsünüz Peygamber sillesini!
Ölmedi, göğe çıktı, döneceği bir gerçek!
Dönüp münafıkları kılıçtan geçirecek!»
Yetişti sır ve rikkat idraki Ebubekir;
Konuştu… Ve kurtuldu ateşe düşen fikir:
«Allah’ın rızasına uymaz bu yaptığınız!
Muhammed mi, Allah mı, hangisi taptığınız?
Muhammedse, O öldü, yok dönmesine umut!
Allahsa… Evet Allah… Allah Hayy ve Lâyemut!»
Örtüyü açıp baktı: «Seni süslemiş ezel…
Sağlığında güzeldin, ölümün de ne güzel!…»
Ah o rikkat idrakı, sır idraki, ne ince!
Manzara şu ki artık, bir hadis gereğince:
«Bu dünyanın safâsı gitti, kederi kaldı!…»
O gitti ve hayat, bir kemik, bir deri kaldı!