Gaiblerden Bir Hisse
GAİBLERDEN BİR HİSSE
Mustafa MİYASOĞLU
Necip Fazıl sanatı, düşüncesi ve aksiyonu ile çok önemli bir kültür ve iman hareketinin öncüsü olmuştur. Kültür hayatımıza getirdiği ölçülerle hatırlattığı değer yargılarıyla, iman hayatının temel dinamiklerinden biri olarak ikame etmeye çalışmış ve bunu bir dünya görüşü haline gelmesi için destansı bir kavgayı göğüslemiştir. Necip Fazıl “gaiblerden bir ses”in ilhamiyye getirdiği metafizik ürpeti ile İslâmi dünya görüşünü bütün boyutlarıyla ifade ettiği kadar bunların kültürümüze ve hayatımıza girmesi konusundaki mücadelesi ile önemlidir. Bu bakımdan sanatı düşüncesi ve aksiyonu eşine az rastlanır tutarlılıkta bir bütünlük gösterir.
Batılılaşmanın devletçi bir karakter kazandığı, taklitçiliğin müesseseleştiği, tek parti ve tek düşüncenin hakim olduğu bir dönemde ortaya çıkan necip Fazıl, gerçekten de “gaiblerden bir ses”in ilhamıyla konuşmuş ve herkes için geçerli hale gelen değer yargılarını sarsarak yepyeni bir dünya görüşünün sözcüsü olmuştur. Bu yeni dünya görüşü aslında ilk insandan beri bütün insanlığın benimsemesi istenen ilâhi emirlerin son Peygamber’le gönderilen şeklidir, İslâm dininin temel kuralları Necip Fazıl’ın dilinde bütün, dünyayı ilgilendiren yanlarıyla ifade edilirken, hem ferd ve devlet, cemaat ve millet olarak nasıl yaşanabilir doğu ve batı, hristiyan ve yahudi müslüman ve mürted, kapitalist ve komünist hangi açmazlarla karşı karşıya hangi sorumluluklarla yükümlüdür? Bu soruların yine en tutarlı cevaplarını Necip Fazıl’da bulabiliriz.
İslâm’ın siyasi düşünce planındaki idrakinde, son yüzyıldaki İslâm devletlerinin uğradığı zaafları teşhiste, ehl-i sünnet inancının bid’atlardan arındırılarak benimsenmesinde, İslâmının inkılâpçı karakterinin ön plâna çıkmasında, batı kompleksinden kurtulma çabasında iman heyecanı ve öfkesinin yaygınlaşmasında, İslâmi hareketin estetik ve entellektüel bir seviye kazanmasında, Necip Fazıl’ın fevkalâde önemli ve etkili öncülüğü vardır. Bu bakımdan Necip Fazıl, yalnız Türkiye için değil, bütün İslâm dünyası için büyük bir kültür olayıdır. Bu olayın bir adım ötesi inkilâptır; bir sonraki merhale ise, doğrudan doğruya gerçek müceddidin yapabileceği ihyadır. İslâmı ve insanları asliyetine ve yaratılış hikmetine döndürme işinde, Necip Fazıl her zaman “inkılâp” olarak ifade ettiği faaliyetin eşiğine kadar gelmiş ve bir kader şartı olarak orda kalmıştır. Misyonu oraya kadardır çünkü.
Necip Fazıl eşine az rastlanır mükemmellikte, komple bir sanatçıdır. Şairliği kadar, hikayeciliği, tiyatro yazarlığı kadar hatipliği, mütefekkirliği kadar, gazeteciliği böylesine güçlü olan ikinci bir sanatçı yoktur edebiyatımızda. Üstelik bunlar birbirini çelmelemeden “kitaplık çapta eser”e yürümüş, sanatçı ve eser birbirinden ayrılmaz bir bütünlük içinde dünya görüşünü ifade etmiştir. Hayat mı eser mi sorusunu anlamsız kılacak bakış açısıyla dünyamıza olağanüstü sesler ve renkler kazandırmıştır.
Şiirindeki “gaiblerden gelen ses”in yankısına ancak Yunus ve Fuzûli’de, Şeyh Galip ve Abdülhak Hamid’de rastlanabilir. Hikâyesindeki belirsiz korkunun benzerine E.A. Poe’da ve Maupassant’da bile rastlamak mümkün değildir. Tiyatrolarındaki derinliğe ve yüceliğe ancak Shakespeare’de rastlamak mümkündür. Bakış tarzlarının benzerliğinden sözedebilecek İbsen ve Strnberg E. Oneil ve Arthur Miller, Necip Fazıl’ın yanında ne kadar da sığdırlar. Bu kadar çok ve çeşitli türlerde yazdığı halde yine de kendi seviyesini koruyabilen sanatçı yalnız bizde değil bütün dünyada azdır. Son şiirlerine kadar, şiirlerin tekniğinde zaaf sayılabilecek hiçbir hataya rastlayamazsınız. Gençlik döneminin Kaldırımlar’ı, orta yaşlılık döneminin Çile’si ve yaşlılık döneminin Canım İstanbul’u bu tekniğin belli başlı özelliklerini bünyelerinde taşırlar. Sakarya Türküsü’den ayak üstü söylenmiş bir “Noktalama”ya kadar, bütün şiirlerinde kafiye hatasına, vezin aksaklığına, lisan fuhşuna, kakafoniye ve edebe aykırı söyleyişlere rastlamak mümkündür değildir. “Yakıcı hayal’le kesin değerlendirmeler şaşırtıcı benzetmelerle zıt münasebetleri yanyana zikretme hiç kimsenin şiirinde bu kadar tabii ve bir o kadar da güzel görünmez. Tiyatro edebiyatımızın şaheseri olan Bir Adam Yaratmak’taki konstriksiyon mükemmelliğini Mukaddes Emanette de görmek mümkündür. Gençlik hikayeleriyle son yazdığı hikayelerini birlikte okuduğunuz zaman ciddi bir farklılık göremezsiniz. Kendisini anlattığı O ve Ben, Babıali ve Cinnet Müstatiline tür bir ahlâk okunmuş ve okuyucusunu nasıl bıktırmamışsa yine otobiyografik bir karakter gösteren Aynadaki Yalan ve Kafakâğıdı romanlar da o kadar alâka ile karşılanmaktadır. İlk otobiyografik eseri sayılabilecek olan Bir Adam Yaratmak ise hâlâ yazıldığı günlerin heyecanı ile oynayabilecek oyuncu bulabilir, izleyecek seyirci bulabilir. Düşünen adamın dramını yansıtan oyun olarak da Kıral Oidipus ve Hamlet kadar önemlidir klâsikler arasına girmiştir.
İdeolocya Örgüsünde bütünleştirdiği dünya görüşü ve hayat anlayışı İslâmın doğu-batı, eski-yeni, Türk ve dünya gerçekleri doktrin ve ideolojileri karşısında destanlık çapta müdaafaasını olduğu kadar istikbaldeki devlet ve toplum düzenini de ortaya koymaktadır. Bu manada ilk ve hâlâ en önemli olmak özelliğini korumaktadır. Bunun yanında tarih muhasebesini ortaya koyan eserleri din ve tarih mazlumları tasavvuf büyükleri ve onları menkıbeleri hep Peygamber sevgisi temel alınarak anlatılmıştır. Çöle inen Nur, Hâlâ son devrin en güzel siyer denemesi olarak elden ele dolaşmakta, üslubunu taklit eden yazı esnaflarının kitapları sırf bu yüzden alıcı bulabilmektedir.
Necip Fazıl, dünya görüşündeki tutarlılıkla, son devirde eşine rastlanmaz bir karakter ortaya koymuştur. İvazsız tavizsiz İslâm derken, hiç bir küçük hesabın istikbal kaygısının tuzağına düşmüyor ve hak bildiği yolda yalnızca gitmesini destanlık örneğini veriyordu. Yaptığı mücadelede hiç bir iç ve dış destek gruplarına ihtiyaç duymuyordu. Bu bakımdan şu acı gerçeği belirtmeden geçemeyeceğiz: Necip . Fazıl bir aksiyon adamı olarak hiç bir zaman kendisine ve dinamizmine layık bir çevre bulamamıştır. Bu da kader şartlarından biri…
Her büyük adam gibi kalabalık içinde yalnız yaşayan ve mücadelesini tek başına sürdüren Necip Fazıl, büyük çoğunluk tarafından doğru anlaşılmayan bir politika teorisyeniydi de aynı zamanda. Aksiyonun en önemli kısmını politikanın aktüalite üstü kısmı teşkil eder. Bu noktada mütefekkirliği ile politikacılığı arasında çok az, kıl payı bir fark kaldığı ifade etmek gerekir. O her zaman büyük aksiyonunun eşiğine kadar gelip durdurulmuş ve büyük inkılâpçıdan sesler, çizgiler ve talepler getirmiştir. Bu toplum onun taleplerine bütün mütefekkirlerinkinden daha fazla cevap vermiş, kabul göstermiştir. Anadolu koferansları bunun delilidir. Anadolu insanının bu kadar uzun zaman sevdiği ve bağrına bastığı ikinci insan olmamıştır. Kaldı ki Necip Fazıl bütün kalabalık adamların tersine, onların, seviyesine inmiyor, dinleyenleri kendi seviyesine çekiyordu.
Necip Fazıl sanat ve kültür hayatımızda majiskül harflerle yazılmış bir “ben” ve “benlik” adamı iken birden “gaiblerden gelen ses”in cazibesine kapılmış ve onun yankısı olmaya hayatını adamıştır. Şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleri ondaki egosantrizmi öylesine yoğurmuş ki delilik sularında dolaşan deha belirtisi birden gerçek bir dahi olmuş inkılâpçı ve müceddid müjdecisi görevini şerefle yerine getirmiştir. Şairliği, tiyatro yazarlığı, politika kuramcılığı ve tarih ve din konusundaki tezlerinin tamamı hep bu misyon etrafında şekillenmiştir, önemi de bundan gelmektedir.
“Gaiblerden gelen ses” herkese böyle yüce misyonlar yüklemez. Kimse onun yüklendiği görev ve sorumluluklara ve fedakârlıklara koşa koşa gittiği ve bunu bir kahraman gibi hiç bir hesap gütmeden yaptığı için büyüktür. Onun büyüklüğü karşısında, yaşadığımız dünya ne kadar küçük kalıyor…