İki Üstad Ve Medrese-i Yusufiye
İKİ ÜSTAD ve MEDRESE-İ YUSUFİYE
İbrahim KARDEŞ
Günlük dilde öğretmenlere, hocalara ya da mesleğinde mahir kimselere “üstad” dendiğini işitmiş değilim. Bazı gençlerin arkadaşça konuşmalar içinde birbirlerine “üstad” diye seslendiklerine tanık olmuşumdur. Benim için “Üstad” kelimesine sözlüğün tanımladığından da öte bir saygı ve yüceltme anlamının yüklendiği ilk örnek Bediüzzaman Said Nursî olmuştur. Kendisinden kısaca söz etmek gerektiğinde hep “Üstad” deniyordu. Ağabeyim ve bazı arkadaşları Üstad’ın “Risale-i Nur” diye anılan eserlerini okudukları için yargılanmışlar, birkaç ay cezaevinde kalmışlardı. Fakat kendisi de defalarca yargılanan, mevkuf, mahkûm ve nihayet menfi (sürgün) olarak sürekli gözaltında tutulan Üstad için cezaevi; hapishane, mapushane, dam vs. değildi. Onun dilinde, o mekanın adı “Medrese-i Yusufiye” idi. Hapishaneye Hz.Yusuf’un (A.S.) zindan hayatını hatırlayarak ve hatırlatarak böyle bir ad veren ilk kişinin Bediüzzaman Said Nursî olup olmadığını bilmiyorum ama tabirin yaygınlaşmasına ve nihayet D.Mehmet Doğan’ın Türkçe Sözlük’üne madde olarak girmesine Üstad’ın vesile olduğunu söyleyebilirim. İçinde “Medrese-i Yusufiye” maddesinin bulunmadığı bütün Türkçe sözlükler, hayatın gerisine düşmüş, eksik sözlüklerdir.
Benim karşılaştığım ikinci üstad ise Necip Fazıl Kısakürek oldu. Recaizâde Mahmud Ekrem’e “Üstad Ekrem” dendiği bilgisi, benim için kitabî ve tabir-i caiz ise “ölü” bir bilgiydi de, Bediüzzaman’ın ve Necip Fazıl’ın üstadlıkları diri ve etkili bir gerçeklikti. Tanıdığım ilk üstad ve ikinci üstad arasında herhangi bir çelişme, yarışma ve hatta sıralama endişesi taşımadım, yaşamadım. Bence her ikisi de kendi hayat şartları içinde muazzez ve mualla bir mücadeleyi bihakkın yürütmüşler, milleti, ümmeti hatta insanlığı hakka ve hakikate davet hususunda üzerlerine düşeni, cesaret, azim ve fedakarlıkla yerine getirmişlerdi. Necip Fazıl’ın, “Son Devrin Din Mazlumları”nda Bediüzzaman Said Nursî’ye ayırdığı sayfalar, çok öğretici sayfalardır.
Zaman zaman başka kimseler için de -bu kimseler çok önemli ve değerli hizmetler ifâ
etmiş olsalar bile- “üstad” sıfatının kullanıldığını gördükçe bir çeşit yadırgama duyduğumu saklayacak değilim. Sanki o kelimeyi kullanmakla iki büyük üstadın hakları yenecekmiş gibi bir duyguya kapılıyorum…
Yeni Şafak Gazetesi
25 Mayıs 2004