Necip Fazıl Ve Öğretmen
NECİP FAZIL VE ÖĞRETMEN
Şaban SAĞLIK
Asıl bilmediğini bilmektir soylu bilgi;
Kara tahta, tebeşir ve kenarda bir silgi…
Necip Fazıl Kısakürek
Sanatlarını kendi bireysel alanlarının dışına taşıyan büyük sanatçılar, mensubu oldukları milletin hemen bütün sorunlarıyla ilgilenirler ve söz konusu sorunların çözümüne yönelik fikirler üretirler. Bir anlamda kendilerini milletlerine adayan bu gibi sanatçıların bir adı da ideologdur. İdeologlar aydın olmanın ötesinde bir işlev üstlenmişlerdir. Aydın sıfatıyla anılan kişiler, sadece fikir üretip öteye geçemezken, ideologlar fikir üretmenin yanında, ürettikleri fikirleri pratiğe geçirmeleriyle de önem arz ederler.
İdeologların bir özelliği de, mensubu oldukları milletin sorunlarına bir bütün hâlinde bakmaları ve sorunları kendi içinde kategorize etmeleridir. Yani ideologlar, ülkelerinin sorunlarını ‘en önemli’, ‘ikinci derecede’, ‘halkın sorunu’, ‘şu kesimin sorunu’ gibi başlıklarla önem sırasına koyarlar. Çözüm için de bu önem sırasını dikkate alarak fikir ya da proje üretirler. Ürettikleri fikrin ya da projenin uygulayıcısı da yine kendileridir. Burada buna tam anlamıyla uyan bir örneği vermek faydalı olacaktır. Söz konusu örnek Finlandiyalı bir aydın olan Johann Wilhelm Snelman’dir.
Snelman’ın, bataklıklar ülkesi Finlandiya’yı nasıl beyaz zambaklar ülkesine dönüştürdüğünü Grigory Petrol, Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabında anlatır. Snelman, sorumlu ve vatansever bir aydın olarak, Finlandiya’nın kalkınma planını hazırlamış ve işe eğitimle başlamıştır. Âdeta bir seferberlik olan bu kalkınma planında Snelman, özellikle aydınlara büyük bir görev yüklemiştir. Onun aydınlarla ilgili şu görüşleri son derece önemlidir: “Aydın olmak demek, modaya uygun elbise, şapka giymek ve kolalı gömlek giyinmek demek değildir. Aydın kesim, halkın beyni konumundadır. Halkımız iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek bir gelir elde edersiniz, geceleri eğlenesiniz diye sizi o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Onlar yozlaşmışlardır. Eğitim almış olanların tümü millî düşünceyi geliştirmeye, millî ruhu uyandırmaya, millî iradeyi güçlendirmeğe mecburdur.”1
Hemen her ülkede çoğunluğu teşkil eden köy ve köy sorunlarını en önemli problem olarak gören Snelman, ise köyden başlamıştır. Onun aydınlardan istediği, köylülere, işçilere ve halkın alt kesimlerine nasıl daha iyi bir konuma yükselebileceklerini öğretmektir. Snelman’in bu konudaki bazı önerileri şöyledir: “Çorak topraklarımızda her köylünün, her işçinin daha insanca, daha sağlıklı, daha mutlu, daha akılcı bir hayat yaşayabileceklerini anlatınız. Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyabileceklerini öğretiniz. Mutlu bir ailenin nasıl kurulabileceğini, kadının erkeğe, erkeğin kadına nasıl davranacağını ve çocuklarının nasıl terbiye edileceğini anlatınız.”2
Türkiye’nin sorunları konusunda fikir üreten Türk aydınları ve sanatçılarından bir kısmı da Snelman gibi Türkiye’nin sorunlarının çözümüne köyden başlamayı uygun bulur. Meselâ Mümtaz Turhan’a göre, bütün Türkiye’yi kapsayan genel ve toplumsal kalkınma planında köy önemli bir yer tutmalıdır. Çünkü köylerde oturan nüfus mevcut nüfusun dörtte üçünü oluşturmaktadır. Etraflı bir köy kalkınması da ancak ilmin ışığı altında ve birinci sınıf ilim adamlarının rehberliğinde mümkün olacaktır.3
Türkiye’nin sorunlarına çok geniş bir açıdan bakan önemli bir isim de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Çok yönlü bir sanatçı olan Necip Fazıl özellikle şiirlerinde, hikâyelerinde, tiyatrolarında ve fikir yazılarında Anadolu davası adını verdiği meseleye sıkça değinir. Bir ütopya olarak ideologca Örgüsü’nde Necip Fazıl, arzuladığı büyük Türk devletinin özelliklerini anlatırken bütünüyle Türkiye’nin nasıl büyük bir devlet olacağı sorusuna cevap verir. İdeologca Örgüsü’nde vurguladığı meselelerden biri de köy ve köylü eğitimidir. Necip Fazıl’a göre köy davasının üç hedefi vardır: Birincisi köylüyü okutmak ve terbiye etmek; ikincisi köylüyü güzelleştirmek ve sağlamlaştırmak; üçüncüsü de köylüyü zenginleştirmek ve refah içinde yaşatmaktır.4
Necip Fazıl, bu hedeflerin ilki olan köylüyü okutmak ve terbiye etmek meselesini de öğretmene bağlamaktadır; yani bu hedefi gerçekleştirecek olan kişi öğretmendir. N. Fazıl, yetişen bir öğrencinin anne ve babadan çok öğretmenin eseri olduğu inancındadır. Öğrenci, edineceği bilgi, benimseyeceği ahlâk, bürüneceği tavır ve edaya kadar her şeyi öğretmenden alacaktır.5
Öğretmene böylesine önem veren ve onu insanın mimarı olarak gören Necip Fazıl, idealize ettiği öğretmen tipini de Öğretmen Bey 6 adlı hikâyede tanıtır. Hikâyede tanıtılan köy, Anadolu’dan değil de sanki cennetten bir parçadır. “Baklava biçiminde taşların örgüleştirdiği muntazam kaldırımları ve ağaçları arasında kuş kafesine benzeyen şirin evleriyle eşi bulunmaz bir bucak… Eğer içinde Türkçe konuşulmasa, kendinizi, dünya ötesi bir kemal beldesinin örneklik köyünde farz edebilirsiniz.” (s. 211)
Adı belirtilmeyen bir genç işte bu köyün öğretmenidir. “Bu köy, renk ve çizgi, eliyle işlediği bir hali gibi, topyekûn onun eseridir. Köyde de ismi Öğretmen Bey(dir)…” (s. 212)
Peki Öğretmen Bey’in bu köyle nasıl bir ilişkisi vardır ve o bu köy için neler yapmıştır? Nasıl bir köye gelmiş, bu köyü nasıl değiştirmiştir? Bu sorulara cevap teşkil eden bölümü hikâyeden aynen aktarmakta fayda var:
“Öğretmen Bey, 9 yıl önce bir çöplükten farksız olan bu köyün çocuğu ve 20 yaşında döndüğü köyüne kendisini vakfetmiş bir insan… Köyün ruh doktoru (imamı ve öğretmeni) o, madde doktoru o, inzibat memuru o, iktisat nâzımı o, sandık emini o, tek kelimeyle her iş yönünden güdücüsü ve akıl hocası o… Dokuz yıl içinde bu köyü, vatan toprağında bütün benzerlerinden uzak, hatta onlara taban tabana zıt, sessiz sedasız istiklalini ilan etmiş apayrı bir vâhit haline getiren işte bu öğretmendir; ve 57 hane, 341 nüfustan ibaret köyün olanca madde ve ruh yapısı onun elinden çıkmadır.
İlk işi, zirai ve sınaî temellerden hangisi üzerine oturulacağı kestirilemeyen bir vatanda, kasabaların yalancı iş sahalarına göç edici köylü akınını kendi küçük kadrosu içinde durdurmak olmuş, kendi küçük kadrosunda toprakla köylüyü barıştırmıştır. Birkaç bin dönümü geçmeyen köy sahasında ekim yerleri, itina ile taranmış saçlar gibidir. Orada, meyve ağaçlarının yemyeşil ve kıpkırmızı kandillerle donatılmış nesnesi yanında akan sular ve zıplayan hayvanların şevkini görenler, sükût içinde işlerine dalmış insanlardaki huzur payını kestirebilirler. Bu insanlar arasında tek derbeder, kılıksız, ne yapacağını bilmez olanı yoktur. Her evin kadrosu bir bölük nizamıyla Öğretmen Beyin emrinde ve herkese düşen iş, yine Öğretmen Beyin planına göre herkesçe bilinmekte… Köyde kahvehane kaldırılmış ve tek bakkal ve aktar dükkânının vitrinlerinde hiçbir kötülük maddesi bırakılmamıştır. Hemen her evin kız çocuğu ile erkek çocuğundan kimlerin kimlere ait olacağı, aşağı yukarı şimdiden belli… Genç kızlar arasında nişanlı ve sözlü olmayanı yok ve bunlar öbür köy delikanlılarının gözünde birer hemşire… Adam öldüren değil, birbirine yumruk kaldıran, hatta öfkelenen bile yok… Hâsılı, bu köyün maddi ve manevi iş nizamındaki ahengi, en ince yapılı bir saatin çarklarında bile bulamazsınız! Ve bu saatin yapıcı ve kurucusu, tek basına Öğretmen Bey… O, ideal ruh ve ahlak ile maddeyi fethe ve teshir etme gayesinin, daracık bir kadro içinde köy tipini kurmak davasındadır ve bu davada muvaffaktır.” (ss. 212-213)
Yukarıda da belirtildiği gibi köyde kimin kiminle evleneceği meselesinde dahi söz sahibi olan Öğretmen Bey, bir gün, hayatındaki ilk itirazla karşılaşır. Genç kız Öğretmen Bey’in odasına gelerek, ona kendisi için uygun görülen gençle evlenemeyeceğini söyler. Öğretmen Bey, genç kıza sebebini sorduğunda, “Bir başkasını seviyorum da ondan” (s. 213) cevabını alır. Öğretmen Bey, ısrar ederse de genç kızın sevdiği kişinin kim olduğunu öğrenemez. Ancak genç kızın yaptığı imali konuşmadan söz konusu kişinin kendisi olduğunu anlar. Gerçekte Öğretmen Bey de genç kıza karşı ilgisiz değildir. Ancak ondaki görev aşkı, genç kıza duyduğu aşktan üstündür.
Bir tarafta kendini adadığı mesleği ve köyü, diğer tarafta sevdiği kız… Öğretmen Bey bu ikilemin inandığı davaya zarar vereceğini düşünür. Ona göre araya nefis, yani dünyevî aşk girmiştir. Nefsin söz konusu olduğu yerde ise dava ve ideal kalmaz. Bunun farkında olan Öğretmen Bey, kendini bu durumdan kurtaracak bir karara varır ve köylüleri toplayarak, onlara kararını söyle açıklar:
“Hemşehrilerim! Artık köyünüzden ayrılıyorum! Köyle arama nefsim girdi. Gayeme sadık olduğumu ispat etmek için nefsimi yenmek zorundayım. Çilemi büyük şehirde tamamlayacağım! Köyde tohumlaşan bu davanın ağacını büyük şehirde yetiştirmeye çalışacağım! Köy, yolunda devam etsin ve kimi kime ve hangi işe seçtimse onun üzerinde kalsın! Bundan böyle ayağım buraya uğrayamasa da tabutum gelecek ve bedenim kabristanınızda yer alacak… Ruhumsa sağlığımda ve ölümümde sizden hiç ayrılmayacak… Bana her ay hâlinize ait bir rapor göndereceksiniz.” (s. 214)
Köy halkı Öğretmen Bey ayrıldıktan bir ay sonra, ona bir rapor gönderir ve köydeki bütün gelişmeleri bildirir. Rapora göre köyde her şey yolunda gitmektedir, fakat bir kötü haber vardır. Öğretmen Bey’e aşık olan genç kız, kendisinin köyden ayrılmasından kısa bir süre sonra bilinmeyen bir sebepten dolayı ölmüştür. Aslında Öğretmen Bey genç kızın ölüm sebebini bilmektedir, fakat bu sebebi bir sır olarak saklamayı da uygun görmektedir.
Necip Fazıl’ın bu hikâyesi okuyuculara biraz hayalî gelebilir; hatta onları ‘hikâyede anlatılanların gerçekleşmesi mümkün değildir’ kanaatine de götürebilir. Ancak Finlandiyalı aydın Snelman’in yaptıklarını öğrenince, hikâyeye yöneltebileceğimiz bu gibi itirazlar yerini gerçekleşebilecek hayallerin uyandırdığı tatlı bir umuda terk edecektir. Çünkü samimî olarak çaba gösterince, gerçekleşmeyecek hayal yok gibidir. Bu açıdan bakınca, Necip Fazıl’ın Öğretmen Bey adlı hikâyesindeki öğretmenin, gerçek aydın tarifine uyan idealist biri olduğunu görürüz. Snelman’in bir ülkenin kaderini değiştirmesine karşılık, Necip Fazıl’ın Öğretmen Bey’i sadece bir köyün kaderini değiştirmiştir. Ancak Snelman’in sadece dış dünyanın imarını ölçü alan misyonu yanında, Necip üstlenmiştir. Hatta Necip Fazıl’ın Öğretmen Bey’i, ülkesine duyduğu aşk uğruna kendi şahsî aşkından vazgeçecek kadar fedakâr biridir.
Hemen her eserinde ülke meselelerini kendine dava edinen Necip Fazıl, Türk tarihinin bu en fedakâr toprak parçasının (Anadolu’nun) imar ve inşası için ise eğitimden başlamak gerektiğini düşünür. Eğitim denilince de akla ilk gelen unsur tabiî olarak öğretmendir. Necip Fazıl da Anadolu’nun ancak Öğretmen Bey adlı hikâyede resmedilen idealist öğretmenlerle ayağa kalkacağına inanır. Böylece ülke geleceği için öğretmen yetiştirme meselesinin çok önemli olduğu gerçeğinin altını bir kere de Necip Fazıl çizmiş olur.
Şaban SAĞLIK
Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
SAMSUN