Üstad Necip Fazıl Bir Nesil Yetiştirdi

ÜSTAD NECİP FAZIL BİR NESİL YETİŞTİRDİ

Mustafa Miyasoğlu, ölümünün 11. yıldönümünde Üstad Necip Fazıl’ı anlattı…

Sorular: Arslan Balcı

— Üstad Necip Fazıl’ın şahsiyeti, fikirleri ve Müslüman gençlik üzerindeki etkilerini anlatır mısınız?

Necip Fazıl, Cumhuriyet döneminde eser veren bir şahsiyet olarak, üç merhalede ortaya çıkan mücadelesiyle özetlenebilir: Şahsiyet mücadelesi, sanat mücadelesi ve iman mücadelesi… İlk eserinin 1923 yılında yayınlanmasından 1983 yılındaki ölümüne kadar 60 yıllık dönemde, dostu ve düşmanı en çok olan bir sanat edebiyat ve mücadele adamı görünümündedir. Resmî ideolojiye alternatif olmuştur. Şahsiyet mücadelesi verdiği dönemlerde sanat mücadelesinin iç içe girdiğini görüyoruz. Büyük eser ve ona esas olacak fikirlerin peşinde olduğu dönemde, artık onun yeni Türk edebiyatı içinde vazgeçilmez bir yeri vardır. Yani pek çok genç sanatçı arasında, kendine özgü şahsiyeti ile Necip Fazıl öne çıkmış, mizaç ve telâkki ile Nazım Hikmet’in karşısında bir-kutup oluşturmuştur. 1930-1940 yıllarında bu iki ayrı ve zıt temayülün, birisi materyalist, diğeri ruhçu olan iki telâkkinin sanat çevrelerinde tartışıldığını görüyoruz. 1940’lı yıllarda, 1934’te, yani Ben ve Ötesi gibi çok önemli şiir kitabını yayınladıktan iki yıl sonra tanıdığı Abdülhakim Arvasî adlı büyük zâtın -bir çeşit- tasarrufu ile iman mücadelesine başlar. Büyük Doğu dergisi, bu mücadelenin adıdır. Artık o, şu “noktalama”nın ifade ettiği şuurun peşindedir:
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış:
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…”
Bu mısralann şairi, o dönemin en önde gelen şahsiyetidir. Şiirleri kadar hikâyeleri de okul kitaplarına, antolojilere girmiştir. Bir Adam Yaratmak adlı eseri, bir dönem boyunca, Şehir Ti-yatroları’nda kapalı gişe oynamış ve Necip Fazıl, bu toplumun “beklenen sanatkâr”ı olduğu imajını herkese vermiştir. Bazı resim sergileri bile, onun açış konuşmasıyla kendilerini takdim etmişlerdir. Yahya Kemal-Ahmet Haşim neslinden sonra, Cumhuriyet döneminin en önemli sanatçısı görülmeye başlanmıştır. Bu sanatçı, bir süre sonra dünya nimetlerini, resmî ideolojinin bütün imkânlarını bir yana bırakarak ve üniversite hocalığından da istifa ederek, iman mücadelesine başlar. Bunun her toplum ve kültür için önemi büyüktür. Elbet etkisi de büyükolacaktır. 1943-1983 arasında, kırk yıl süren iman mücadelesinin, yalnız Türkiye’de değil, öteki Ortadoğu ülkelerinde de etkisi görüldü. Maalesef bu büyük etkinin merkezindeki şahsiyetin İslâm düşüncesi Türkiye’den önce Mısır’da inceleme konusu yapıldığı halde (Dr. Azza El Savi, Üstad Necip Fazıl) son devir İslâm uyanış ve düşünüşte çok büyük etkilere sahip oldu, pek çok neslin yetişmesine katkıda bulundu, düşünce kadar sanat ve edebiyat alanında da müsbet gelişmelere öncülük etti, ama yeterince anlaşılıp incelemelere konu olmadı. Türkiye’deki sosyal ve siyasî gelişmelerdeki etkisi ise, başlı başına önemli, İnönü devletçiliğine karşı-yürüttüğü mücadele yüzünden zindanlara da düştü…

— Üstad fikir ve sanat hayatımızda bir ekol meydana getirebildi mi?

— Bazı şahsiyetlerin etkisini “ekol” kavramı ile ifade etmek, bir bakıma onu küçültmek demektir. Evet, Necip Fazıl’ın 1940-1970 arasında böyle bir etkisi vardı. Bazı isimler onun dili ve üslubuyla yazılar, şiirler yayınlıyorlardı. Ama zamanla bu etki onların dil ve üslûp yakınlıklannı aşan ve bütün yakın dönem Türk edebiyatını içine alan bir yaygınlığa ulaştı. Bu bakımdan, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü ve Atilla İlhan’daki etkileriyle, Sezai Karakoç, İkinci Yeniciler ve bir kısım tiyatro yazarlan üzerindeki etkilerini birbirinden ayrı değerlendirmek gerekir. Tıpkı Yahya Kemal’in çağdaş şiir dilimizin oluşumundaki etkisi gibi. Necip Fazıl, “Büyük kökler”in, “Çile”nin, “lstırab”ın, “Mukaddes Emanet”in, “Ruh Muvâzenesi”nin, “Tarihi Misyon”un, “Metafizik Ürperti”nin,”İman İştiyâkı”nın ve son olarak da bunları topluma mâl etmenin mücadelesinin sözcüsüdür. Bu bakımdan da o bir ekol değil, pek çok ekolde tesir sahibidir. Pek çok nesli etkiledi.

— Üstad öldükten sonra ortaya çıkan, onun lehinde ve aleyhinde görülen gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

— Necip Fazıl yaşarken olduğu kadar ölümünden sonra da çok büyük yankılara sebep oldu. Bunların hepsi olumlu değil. Bir kısmı “fart-ı muhabbetten” tuhaf şeyler söyledi, bir kısmı da onu günlük olaylar içindeki telâşlı ve kavgacı görünüşüyle tasvir eden portreler yayınladı. Hatıralarının bir çoğunda Üstad, gereksiz teferruatla anlatılmaya çalışıldı, eşsiz tarafları gölgelendi. Solcu ve materyalist çevreler onu sadece büyük bir şair ve tiyatro yazarı olarak anlatırken, elbet Müslümanlar onun sembol-leşen “Mücahid” kimliği üzerinde durdu. Bugüne kadar, on derleme ve inceleme kitabıyla, ölümünden hemen sonra yayınlanan dört derginin özel sayıları, onu çeşitli cepheleriyle incelemeye-çalıştı. Böylesine çok cepheli bir şahsiyet küçük hitabesinden Çöle İnen Nur ve Bir Adam Yaratmak piyesine kadar sistemli olarak İslâm’ı anlatmaya çalışmasıyla çaplı ve vukuflu incelemelere konu olmalıydı, olamadı. Üstad’a “Sultan’üşşuara” unvanı verilmesine sebep olan Ahmet Kabaklı’nın gösterdiği vefa, çoğukişide maalesef görülmedi. Orhan Okay’ın şiiri çevresinde yaptığı çalışmalarla bir grup arkadaşla hazırladığımız Necip Fazıl Armağanı (1984)da beklenen incelemelere yol açamadı. Fakat zaman zaman Üstad, çeşitli vesilelerle ve Büyük Doğu Yayınları’nın neşrettiği kitaplarla hep gündemde kaldı. Kısacası, Üstad hâlâ uzmanını bekleyen bir büyük külliyat bırakarak edebiyat âlemine gitti. O görevini yaptı, ama biz değil…

— Kadir Mısıroğlu’na göre Üstad tuhaf bir şahsiyet… Herkes onun yayınladığı “Üstad Necip Fazıl’a Dair” adlı kitaptan farklı bir sonuç çıkarmış. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

— Kadir Bey’in kitabını ben de okudum, müsbet bir sonuç çıkarılamaz o kitaptan. Yahut şöyle söyleyeyim: Kadir Bey, önsözünde ve kitabın bütününde öyle bir maksat güdüyor ki, ona böyle bir tavır yakışmaz. Buna tenkid de denmez elbet. Kitabı okuyan skandal meraklısı biri tuhaf hükümler çıkarabilir. Özellikle hatıralarına yer verdiği kısımlarda ortaya çıkan Necip Fazıl portresi, zaten Kadir Beye de tuhaf sorular sorduruyor. Ama Üstad’ın ölümünden sonra böyle soruların neşri, hak ve hakikat aşkı ile de olsa, bence gereksizdir. Çünkü bir insanın ölümünden sonra, “Mülahazat hanesine düşülen notlar” değil, son hükümler yazılıp yayınlanmalıdır; iki kişinin bildiği şeyler değil tabii. Çünkü her şey bitmiş, Üstad ölmüştür. Bu yazılanlara cevap verme imkânı yoktur, o yüzden de gereksizdir. Hatalarını tashih ise, ancak o konudaki kitaplarda yapılabilirdi. Bir şahsiyet tam olarak değerlendirilmeden hatalarıyla anlatılamaz. Bir de üslûp “ölülerinizi hayırla anın” emrine uymuyorsa, insanlar mazur; o zaman kasıt aranır. Bu yüzden, Kadir Bey’in bütün eleştirileri hedefine varamıyor, dönüp bumerang gibi kendi başına dolanıyor..

— Bazı solculara göre Necip Fazıl, sosyalizm ve komünizme karşı çıkarak kemalistlere hizmet etmiştir. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

— Bu iddia, hatırladığım kadarıyla Yalçın Küçük’ten başka hiçbir solcu tarafından benimsenmedi. Bilindiği kadarıyla, ondan başka kimse Osmanlı Devletiyle Türkiye’yi emperyalist olarak nitelendirmedi. Bu adamın “klinik ve vak’a” olduğunu, yine onun gibi “klinik bir vak’a” olan Aziz Nesin söylemişti. Böyle bir iddiayı tartışmak, delillerin zırvalarını ciddi bir şey gibi incelemeye benzer. Komünizme her karşı çıkan kapitalist olsaydı, din ve iman diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildi. Yalçın Küçük’ün imandan nasibi olmadığı için böyle iddialar ileri sürmesi, kendi çevresi tarafından da ciddiye alınmadı. Kaldı ki, Necip Fazıl ömrü boyunca, özellikle son kırk yılını kemalizmin bezirganlarına karşı mücadele ile geçirmiştir. Sosyalizmde bile bir fikir kırıntısı buluyordu, ama kemalistleri böyle bir haysiyete bile erişmemiş görüyordu. Nasıl olur da onlara hizmet etmiş olabilir? O yüzden mi mahkum öldü?..

— Ölümünün 11. yıldönümünde, Üstad Necip Fazıl’ın Türkiye için ifade ettiği manalar üzerinde neler düşünüyorsunuz?

— Necip Fazıl, daha genç yaşlarda bile “Bir millete şeref verecek şair” diye anılmış, onu Fransa’ya gönderen hocası Prof. M. Şekip Tunç, “Tarihin malı olduğunu unutma” demiştir. 21 yaşında tarihin malı olduğu söylenen genç, bu iddiayı haklı çıkarmış, bugün gerçekten tarihin malı olmuştur. Bu şuurla bir ömür eser vermiştir. Hem de çok önemli vasıflarla: Sultanüşşua-ra, islâm mücahidi, büyük hatip, büyük tiyatro yazan, hikayeci, tezli tarih yazarı, büyük mütefekkir… Bu sıfatları şahsında toplamış bir başka şahsiyet, yalnız bizde değil, bütün dünyada yok.
Bu vasıflarının temelindeki lslâmî şuur ve din büyüklerine bağlılık, benzeri hiç bir çağdaş İslâm ülkesinde görülmeyecek önem ve değer kazandırmıştır ona. Türkiye eğer İslâm ülkelerine ulaştıracak bir mesaja sahipse, bu, Necip Fazıl ile mümkün olmuştur. 1967-77 arasında yetişen MTTB Nesli onun eseri. Üstad, ulaşılmış bir seviye olarak çağımızda gurur duyulacak, bay-raklaştırılacak özelliklere sahiptir. Ama onun zihniyetimize yaptığı müsbet tesir, bundan daha az önemli değildir. Özlediği nesli böyle anlattı. Onun yeterince incelenmesiyle, bu özellikleri anlaşılacaktır. Artık hatıralara bağlı bölük pörçük portreler bir yana bırakılmalı. Hatalarını, ondan daha iyi ortaya koyacak kimse yok, fert planında, Fikrî ve dinî eserleri, uzmanları tarafından incelenmeli. Vakıflar böyle tezleri desteklemeli ve Üstad gençlere doğru bir tarzda anlatılmalıdır kanaatindeyim. Üstad’ı hazmetmiş bir entellektüel, farklı bir entellektüel olacaktır. Her farklı şehsiyette ondan izler vardır.

— Üstad için yazdığınız kitap üçüncü baskıya ulaştı. Bir biyografi kitabı için gösterilen bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

— Üstad’ın önemine bağlı bir ilgi demek, durumu yeterince açıklamaz. Bunun yanında, Üstad’ın anlaşılmasındaki zorluk, onun kendine has bir dil ve ifade ustalığına, özelliğine sahip oluşu da hakkında pek çok çalışma yapılmasını gerekli kılıyor.
Okuyucu bunların farkında, o yüzden Necip Fazıl’ı okurken hazırlıklı olmak istiyor. Esasen ben de bir biyografi değil, monografi yazmaya çalıştım. Her baskıda ilâveler yapıyorum. İlerde nasip olursa daha da geliştirmeyi düşünüyorum. Onu ne ben, ne de başka araştırmacılar henüz yeterince değerlendiremedik…

(Milli Gazete, 7 Haziran 1994)

(Mustafa Miyasoğlu – Necip Fazıl Armağanı – Sh. 451-456)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.