Abdullah Cevdet

ABDULLAH CEVDET

Salih Zeki, Genç Şair’in 4 formalık minicik şiir kitabı için hararetli medhiyeler yazdı ve onları Abdullah Cevdet’in meşhur “İçtihat” mecmuasında yayınladı. Mecmuanın kapağına Genç Şair’in resmini koydurdu ve hakkında şu hükmü verdirdi: “Türkiye’nin Bodler’i…”

Ve bir gün onu Abdullah Cevdet’e, Cağaloğlu’ndan Sultanahmed’e doğru Yerebatan tarafında, kapısında “İçtihat” yazılı binaya götürdü. Bu yazı, talik dedikleri İran üslûbu eski harflerle; altında da Fransız diline uysun diye (İdjtihad) seklinde Lâtin harfleriyle… Ve yeni değil, Meşrutiyetten beri böyle… Abdullah Cevdet, ileride bazı Müslüman aydınlarının “Adüvvullah Cevdet” adını takacağı, çiçek bozuğu suratlı ve derisinin altı sanki için için iltihaplı bu adam, iki tarafiyle meşhur: İslam’a düşmanlığı ve çingenece hasisliği… Türkiye’de, vatan kurtuluşunu Batı kazanına ‘cup’ diye atlamaktan ve özünü inkâr etmekten ibaret bilen Mustafa Reşit Paşa cereyanı üzerinde satıhçı ve gözükara aydıncıklar plânı İttihat ve Terakki’nin ilk kurucuları arasında… Sonra onlarla geçinemeyen, anlaşamayan, onlara bile sapık ve sapıtık görünen, kendisine göre bir fikir yolu tutturup bu yolda en küstah ve mecnun formüllere bayrak açtıran bir küfür kuduzu… Türk ırkını ıslah etmek için Macaristan’dan damızlık erkek getirmek fikrini ortaya atar, Allah’a inanmaz, İslâm’ı her türlü oluş ve yükselişe engel bir müessese sayar; üstadı 10’uncu sınıf Fransız fikir adamı (Güstav Löbon)un dar ve sınırlı hükümlerini bütün insanlığı kurtarıcı hayat iksiri bilir. Doktor (Duzi)nin “İslâmiyet Tarihi”ni Kâinatın Efendisini küçük düşürme yeltenişiyle Türkçeye çevirmiş ve bu yüzden itikadı sarsılan bir tıp talebesinin intihar etmesine sebep olmuştur. Kendince, Meşrutiyet ve Cumhuriyet hareketlerinin getirdiği bütün yenileşme şekilleri ondan kopyadır ve o, daima ve her devirde hakkı ödenmemiş bir alacaklı olarak kalmıştır.

Süleyman Nazif’in:
“O suretten hayâyı Dest-i Hak tırnakla yırtmıştır.”
Diye, çiçek bozuğu içinde ruh bozukluğunu ilân ettiği ibret misalidir o…
Bir gün Babıâli’den aşağı doğru iniyormuş… Aşağıdan da yukarıya doğru Süleyman Nazif çıkıyor. Karşılaşmışlar..
– Sorma, sorma, demiş, Abdullah Cevdet; bugün çok üzgünüm!
– Neden?
– “Ben vatanın bir öksüzüyüm!” şeklindeki bir mısraım, mürettip hatâsı yüzünden “Ben vatanın bir öküzüyüm!” diye çıktı.
– Ayol, ona mürettip hatâsı değil, sevabı demek lâzım!..

Şairdir de… Hikmetlerini şiirle savurmaya bayılır ve şiir adına bütün anlayışı, birtakım tezatları aynı kâse içinde çalkalama gayretinden ileriye geçemez. Meselâ “yükseğe çıktım!” yerine “yükseğe alçaldım!” demek gibi âdi hokkabazlıklara düşkün… Misafirlerine bir kahve ikramına bile yanaşmaz ve işçisine para verirken “Servet-i Fünun”cu Ahmet İhsan’ın yaptığı gibi, silik kuruşları seçer.

Genç Şair, Abdullah Cevdet’i görür görmez irkildi, ondan cehennemlik bir odun, daha doğrusu tezek kokusunu aldı, onun “bütün yapılanlar ve yapılacak olanlar benden kopya!” iddiasını dinledi, nasıl dibe yükseldiği ve tepeye alçaldığı mevzuunda mısralar dinledi ve bu, kalbiyle kesesi birbirinden hasis adamın, belki de misafirler tarafından getirilen bisküilerine bile el sürmedi.

Şark ve Garp hesaplaşmasında, oltanın ucundaki solucan ölüsüne koşan avanak balıklara eş, çurçurlar zümresi içinde Abdullah Cevdet, üstelik sırtı dikenli ve dişleri zehirli bir topyekûn inkâr ve batıya teslim olma örneğiydi; ve o kadar benimsediği Batının hiçbir çilesini görmez ve hiçbir derinliğine inmez ve yalnız genişliğine bir takım kuru akıl hesapları peşinde gezer ve deri üstü sahte nispetler kurar, içini boğmuş ve bütün ulvî ses deliklerini tıkamış bir mizaç temsil ediyordu. Bu da, geçirdiği sarsıntılar yüzünden, ulvî olandan çok daha fazla süflî olana kucak açan Babıâli’nin İkinci Abdülhamîd sonrası manzarasını belirtmekte, ona (prototip – baş örnekler arasında yer veriyordu. Ve Cumhuriyet başlarına kadar aynı çizgi üzerinde yürüyenlerin, tam ortaklıkları halinde Abdülhamid düşmanlığında birleştiklerini gösteriyor ve anahtar şahsiyet olarak Ulu Hakanı büsbütün yüceltiyordu. İslâmiyet düşmanlığı, Abdülhamîd düşmanlığiyle bir arada yürütülmüş ve yürütülecekti. Genç Şairin, Sabık Şair çığırında meseleyi ilk defa ve tek başına ele alacağı güne kadar… Fakat yaşı 22’lerdeyken Genç Şair, Babıâli manzarasını heceleyebilmekten uzak ve yalnız (estetik) bir seziş idrakiyle çirkin ve sahteyi hissetmek makamındadır.

Küfür müçtehidi Adüvvullah Cevret’in yazısı Fransızca (İdjtihad) evinden ayrılırken Genç Şair, böyle bir adamın kalemiyle övülmektense yerilmeyi tercih ettiğini söyledi ve (Olemp) dağının iklimini toroslara nakletmek sevdasındaki şair kırıntısının her kuvvetli fikre “hû!” diyen yalpalı tabiatından bir tasdik işareti aldı.

Genç Şair:
– O, senin inandığın efsane dünyasına bile inanmayan kâbus suratlı bir (kaos)… Sen hiç olmazsa efsaneden gerçeğe
geçebilirsin; ama böyleleri nereden nereye geçebilir?.. Ebedî (kaos)…
Salih Zeki:
– Öyle; leşleriyle toprağın birbirine katışamayacağı insanlardan… Ama biz ona kendimizi
övdürelim, yeter!..

Bir müddet sonra Abdullah Cevdet ölecek, namazını kılmak üzere etrafında Müslümanlıktan habersiz marka Müslümanları toplanacak ve o sırada bir ses yükselecektir:
– Bu adam dinsizdi, İslâm dışındaydı, namazı kılınamaz!
Ne tecellidir ki, bu sesin sahibi bir komünisttir ve bu sözü Abdullah Cevdet adına değil, cenaze namazının lüzumsuzluğu adına söylemektedir. Ve ne hazindir ki, eğer bu sözü, cenaze namazının kıymeti uğrunda Abdullah Cevdet’e tahsis edecek olursak, komünistin sözü yerindedir.

( Bâbıâli’den)

***
Ruh hasisliğiyle bir arada madde cimriliğiyle maruf, Allah ve Resul düşmanı Abdullah Cevdet, bir kenarda unutulmuş ve hakkı verilmemiş bir insan, bütün inkılâpların ilk tebşircisi bir mütefekkir olduğunu zanneder ve ufunet dolu içini çekerek şöyle derdi:

«— ittihat ve Terakki’yi kuran, benim! Abdülhamid’e karşı ilk hareket bayrağını açan benim. Sonra İttihatçılar iktidara geçince unutulan ve bir köşede bırakılan da benim! Ha! Mustafa Kemal’in bütün inkılâpları benden kopya olduğu hâlde (henüz Abdullah Cevdet’in şiddetle taraftar olduğu yeni harf inkılâbı olmamıştı), onca da takdire mazhar olamayan, benim!»

( Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Vahidüddin’den )

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.