Boğazın Pazarola’sı & Kalem Kudreti
BOĞAZIN ‘PAZAR OLA’SI
Boğazda yeni bir Pazar ola Hasan Bey türedi. Her gün gökyüzü ağarırken yola çıkıp gece yarısına kadar Vaniköyle Köprü arasında mekik dokuyan yeni bir Pazar ola Hasan Bey! Tıpkı Pazar ola Hasan Beyin, meşhur koca kafasını sallayıp sağa sola “pazar ola!” diye iltifat savurması gibi, Üsküdarla Vaniköy arasında ve adım başında aynı mânada bir ses çıkaran yeni bir Pazar ola Hasan Bey!
Bu da kim değil mi?
63 numaralı “Şirketi Hayriye” vapurunun ihtiyar kaptanı…
Neden olmuş, nerede başlamış, nasıl bu hale gelmiş bilmem, fakat Boğazın bütün çocukları bu kaptana aşık… 63 numarayı uzaktan görmüyorlar mı, hemen kıyılara koşuyorlar, koca bir küme kuruyorlar ve hep bir ağızdan bağırıyorlar:
Ya… ya… ya… şa… şa… şa!…
Tahsin kaptan bin yaşa!…
Kaptan, ancak krallara yapılacak bu merasimden sonra vapurun canavar düdüğünü çekiyor, çocukları müthiş sevindiren bir ses çıkarıyor. Eğer canavar düdüğü öttürülmezse çocuklar şöyle haykırıyor:
Ya… ya… ya… şa… şa… şa!…
Tahsin kaptan başaşa!…
Fakat ehlidil kaptan buna asla imkân bırakmıyor, her defa canavar düdüğünü öttürüyor ve bu hâl adım başında Vaniköyüne kadar sürüyor.
Hani bir zamanlar İstanbulda klarnetli macuncular dolaşırdı. 10 paralık macun alan çocuklara klarnetle bir hava çalarlardı. İşte bu ihtiyar kaptan baba da, kendisinden on paralık gurur macunu alan çocuğa vapurun canavar düdüğüyle bir hava çalıyor.
Her gün köyümden inerken ve köyüme giderken şahidi olduğum bu hadise karşısında düşünüyorum ki, şimdilik bizim memlekette, Pazar ola Hasan Bey tipine bürünmeden hakiki ve geniş şöhrete ermenin yolu yoktur.
21 Temmuz 1939
KALEM KUDRETİ
Dünkü yazım malûm… Boğazda canavar düdüğüyle çocuklara öpücük gönderen saffetli bir kaptan babanın, hiç de ayıp ve günah olmayan hareketinden bahsettim. Tesadüf bu ya, gazetemin basılışından tam 2 saat sonra Üsküdardan vapura binmeyeyim mi? Çocuklar her günkünden daha şevkli, daha ateşli, daha ümitli, yaygaralarını basmaya başladı. Şa şa şa, bin yaşa vesaire… Fakat hayret! Kaptanda ne ses, ne sada! Yanımdaki arkadaşla beraber bu işe şaşa kaldık. Sahili dolduran küme küme çocuk, Çengelköyüne kadar, yırtınırcasına, tepinircesine, çatlarcasına haykırdı. Kaptanda ne ses, ne sada! Nihayet yanımdaki arkadaş dayanamadı, belli etmeksizin meseleyi biletçiden tahkike gitti ve şu cevapla döndü:
-Çok garip! Biletçi diyor ki muharririn biri gazetede birşeyler yazmış; kaptan artık çocuklara cevap vermeyecek…
Bu küçücük hadise, beni ta derinden müteessir etti. Sahilden “kuzum kaptan, canım kaptan, cicim kaptan bir düdük öttür!” diye yalvaran çocukların öksüz haliyle, safdil bir oyalanıştan başka hiçbir suçu olmayan emektar kaptanın sükûtu, bana adeta acıklı göründü. Müsbet menfi hiçbir kıymet hükmü taşımamasına, eğlenceli bir tasvirden başka gaye gütmemesine dikkat ettiğim dünkü yazımın doğurduğu bu ani yasak, kalem kudreti bakımından beni memnun edeceğine mahcup etti. Ben o yazıyı kaptan baba sussun diye değil, her günkü acı tenkidlerimize rağmen devam eden bin münasebetsizlik arasında inadına daha çok bağırsın diye yazmıştım.
Allah Allah! Kalem gibi, dağ delmeye, kanal açmaya, can kurtarmaya memur mukaddes âlet, memleketimizde ve ana mevzuları karşısında tam bir tesirsizlik duvarına çarpsın da, sonra böyle entipüften bir işte muvaffakiyet kaydetsin! Olmaz olsun böyle muvaffakiyet!
Ahlak suçu, idrak suçu, terbiye suçu, irade suçu gösteririz, dünyaya vız gelir; mâna sahasında cinayet haberi, felaket haberi, habaset haberi, şeamet haberi veririz, tüy bile kıpırdamaz; minicik bir nükte yapalım deriz, lafımız jandarma kasaturası gibi keskinleşir. Gel de iftihar et!
Binbir rezalet yuvası işlerken, kuş yuvası bozar gibi, ihtiyar bir kaptanla masum çocuklar arasındaki oyunu dağıtmış olmaktan, kalem kudreti nâmına mahcup oldum. Devleri öldürmeye memur, 42’lik bir topla, bir serçe yavrusuna kıymışım gibi geldi bana…
22 Temmuz 1939