Mücerret Kelime
MÜCERRET KELİME
Peki amma ya Türkçe… Necip Fazıl üstad, bu sınıra gelmez, çizgi tanımaz seciye, bir gün coşmuştu yine.
-Türkçe, diyordu, basit bir dildir. Her kelimesi ancak iki hecelidir. Beş altı heceli bir kelime gösteremezsiniz. Bu sebeple mücerret bir mefhumu ifade etmek bu lisanla mümkün değildir. As, kes, kır, yık, yak… Hep askerî tavırlar ve emirler. Bu dil ancak askerlikte kullanılır. Şiirde ve edebiyatta değil.
Kendisini hayranlıkla dinliyordum, çünkü Türk dilinin bütün imkânlarını inanılmaz ölçüde ortaya çıkarıp kullanan Üstad, bu sözleriyle Türk diline çatmaktan çok, içinde ifade edilmeden kalmış ateşi anlatıyordu.
Amma yine de dayanamadım. Çok alttan alarak ve dostça:
-Amma Üstadım, dedim, siz o beğenmediğiniz lisanın en büyük virtüözüsünüz, sizin gibi bir sanatkâra yol veren lisana ta’n edilebilir mi?
Üstad hızlıydı o gün, bindirdi:
-Peki söyle bakalım bana, Türkçe bir tek mücerret kelime var mı?
Üstad, Türkçedeki mücerret kelimelerin büyük kısmının yabancı köklerden geldiğine işaret ediyordu. Amma ben de belki biraz da Üstadı konuşturmak için:
-Var, dedim.
-Söyle! Diye gürledi.
-Gönül…
Bu sefer düşünmek sırası ona gelmişti, bastırmak sırası bana.
-Hangi lisanda bu zarif, içli, mücerret kelimenin tam karşılığı var, bana söyler misiniz?
-Hah… Bir tane bulabildin…
Ve sözü değiştirdi…
(Ergun Göze – Üç Büyük Mustarip)