Para (Eser İncelemesi)

PARA

Tiyatroyu; sanat şekilleri içinde en büyük keşif olarak gösteren ve ön tarafı açılır-kapanır bir mikap içinde, hayatı, kapana kıstırır gibi yakalamak olarak nitelendiren Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in; Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye ve Sabırtaşı tiyatro eserlerinin akabinde 15 Aralık 1941 yılında nihayete erdirdiği “Para” adlı piyesi, tamamlanmış 15 ve çeşitli nedenlerle yarım kalmış 2 eserden teşekkül eden piyes külliyatının istidad bakımından üst sıralarında yer alır. İlk defa, 1941-1942 kışında, Üstad’ın tiyatro yazmaya başlamasına vesile olan iki çift sözün sahibi, Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konmuş ve temsil edilmiştir. Halk tarafından büyük alaka ve teveccüh gören “Para”, tez zamanda 21,929 kişi tarafından seyredilmiştir.

İslam davasının encamı bakımından demokrasilere destek olucu politika seyretmesi hasebiyle Üstad’ı sevmeyen Peyami Safa, “Para” nın intihal olduğuna dair isnatta bulunur. Sonucu “fiyasko” olan bu meseleyi Üstad’ın kaleminden okuyoruz:

“…..İkinci Dünya Savaşının ilk yıllarında Babıâli üç kampa bölümlü… Kendi tabirlerince “hak ve hürriyet cephesi” demokrasileri tutanlar, Nazi’lere yapışmaya kalkanlar ve Sovyetlere ümit bağlayanlar… Mistik Şair, bu üç grubu, hava – civacılar, muhteris köleler ve dirilişsiz ölüm davetçileri diye vasıflandırıyor; bunlardan herbirinin rakibinde keşfettiği marazın tek devasını İslâmiyette buluyor; ve buna rağmen İslâmın zaferi noktasından, Batı âleminde faydalanılacak zaaf plânını elden kaçırmamak için biricik politikayı demokrasilere destek olmakta görüyor ve ona göre, çalakalem, yazıyor, yazıyor.
Uzun zaman (liberal) geçindikten sonra sola kayar gibi olup şimdi doğrulan ve bu defa iki büklüm Nazizma’ya eğilen, gazetesinin mirasyedi küçük beyini de peşinden sürükleyen Peyami Safa, sırf İslâm dâvasının encamı bakımından demokrasilere destek olucu eski dostu Mistik Şair’e bu politikasından ötürü düşman… İleride bir mesele çıkaracak ve “Para” piyesinin (Oro Puro) adlı İtalyanca bir eserden çalınma olduğunu, Şehir Tiyatrosunda hınçlı bir serseriyle ele ele verip iddia edecek, arkadaşiyle mahkemelik olacak, ispata davet edilecek ve mahkemede kemküm ettikten sonra bu iftirayı aradaki siyasi görüş farkından yaptığını itirafla ve Mistik Şair’in dâvasından vaz geçmesiyle kurtulacaktır.
…”

“Para”nın yazıldığı yıllarda çıkmaya yüz tutmuş -hatta çıkmış- cihan harbi ve dünyaya hakim olan bir kargaşa mevzubahis… Haliyle, bu kargaşadan menfi yönde etkilenmiş Türkiye… Tek Parti döneminin milli şef komutasındaki son yılları… Yoksullaşmış ve her açıdan sömürülmüş Müslüman Türk halkı…

Üstad, “Para” yı yazdığı yıllarda 35 yaşlarındadır. Saint Joseph, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde ders vermekte, çeşitli yerlerdeki yazı hayatı da devam etmekte… Savaş sahillerinde güneşlenen vatanın hal-i pür melalini hüzünlü gözlerle takip eden Üstad, o yıllara dair bir anıyı bizlere anlatırken “Para” hakkında da bazı ipuçları veriyor:

“Sene 1941… Almanlar sınırımızda. Ben, bir gazetede çıkan yazılarımda da üstüne bastığım gibi, İkinci Dünya Harbine girmemizin bir an meselesi olduğuna kâniim. Bu meseleyi huzurlarında savunuyorum. Lütfen dinliyorlar. Etraflarında yakınlarından birkaç kişi ve avukat Mahmud Veziroğlu isminde kendisini sevenlerden bir zat… Harbe sürüklenmek mecburiyetimizi riyazi bir vâkıa hâlinde gösteriyor ve anlatıyorum. Sonuna kadar dinledikten sonra buyurdular ki: “Harbe girilmez. Yalnız, Birinci Cihan Harbinde olduğu gibi pahalılık olmasa, vesika usulü çıkmasa (bari).” Buyurdukları gibi oldu. Harbe girmedik. Fakat pahalılık, vesika usulü milleti kavurdu.”

………………………

“Para”ya, 5 perdeden hasıl olmuş bir tragedya numunesidir denilebilir. Zira vakanın nihayetinin vahameti bedihidir. Ancak eserin zahirî nihayeti menfi gibi dursa da, batınî anlamda müspet bir bitiştir. Olayın kahramanı nazarında farkına varılan gerçekler bahis mevzusudur…

Eser, ağdalı ve akıcı bir dille kaleme alınmıştır. Eserin okunması ve anlaşılması kolaydır. Gerek ikili gerekse daha fazla kişi arasında geçen konuşmalar oldukça şairanedir, üst seviyededir. Hatta Müellifin büyük bir şair ve fikir adamı olduğunu eserden anlamamak gayet zordur.

Perde girişlerinde yer alan uzun mekan tasvirleri, bizlere detay hakkında bilgi sunarken, olaylarla mekanlar arasında bağıntı kurmamıza yardımcı olarak, mekanları hayal dünyamızda adeta raks ettirir. Sahne dekoru açısından mekan tasvirleri pek uygulanabilir gibi gözükmese de, piyes okuyucuları tarafından oldukça ehemmiyetlidir.

Olayın vuku bulduğu tarih ve memleket, müellif tarafından meçhul olarak gösterilmiştir. Ele aldığı konunun umumi olması Üstad’ın olay tarihini ve memleketini vermemesine neden olmuş olabilir.

Olay kişileri hayatta her lahza karşılaşılması tabii insanlardır. Üstad, kişilere isim vermemeyi yeğlemiştir. Onları “o, kızı, hususi müdürü, casusu, oğlu…” gibi sıfatlarla isimlendirmiştir. Eserde halkın çeşitli tabakalarından insanlara rastlamak mümkündür. Devlet kademesinden, işçi sınıfına, zengin kesimden, orta tabakaya kadar her kısım insan eserde kendine yer bulmuştur.

Olay kahramanı banka patronu, kendini “hayata hakim miskin hesapların adamı” olarak tanıtır. O’na göre bir işin değeri getirdiği para nispetinde ölçülür, gerisi ahmaklıktır. Ahlakı yok sayar, aklın hakimiyetine, üstün menfaat hesabına iman eder ve bütün felsefesini bu şekilde özetler. Hesaplarında bir noktaya kadar muvaffak olmuş bir kişidir. Hatta deha sahibi bir insan olduğu, yalnızca hayata hakim fikirlerinden ve eylemlerinden de olsa anlaşılır. En önemli düsturu parayı anlamak, hesabı bilmek ve zaaflardan kurtulmaktır. Aile efradından başlamak üzere çevresinde ilişki kurduğu insanlar ahlaktan dem vuran, ahlaktan bi haber ve menfaat düşkünü kimselerdir. Ahlaksızlıkları ile banka patronunun izinde gibi görünseler de, ahlaksızlıklarındaki samimiyetsizlikleri ile O’ndan ayrılılar. Ve banka patronu tüm bu insanların püf noktalarına maliktir. O, kendi ahlaksızlığını haykırarak, onlara, bir nebze ahlak dersi verir.

Eserde para, öyle bir mevziye yerleştirilmiştir ki; adeta o herşeydir. Hiçbirşey de para değildir. Hususi katibin ağzından yapılan para tarifi, bunun inkar kabul etmez göstergesidir:

“BENZERΗ Banka patronunun odası!.
(Hususî Kâtibi elini cebine atar, cüzdanını çıkarır, içinden kocaman bir banknot çeker. Banknotu ‘iki eliyle havada çarşaf gibi gerer, benzerine gösterir.)
HUSUSÎ KÂTÎBÎ — Ya bu ne?.
(Benzeri vahşi gözlerle paraya bakar. Dudakları kıpırdar gibi.)
HUSUSÎ KÂTİBİ — Bu ne diyorum sana!…
BENZERİ — Kâğıt parçası!.
HUSUSÎ KÂTİBÎ — (Müthiş bir kahkaha kopararak.) Deli, buna para derler, para!. Şeref de bu, namus da bu, akıl da bu, hikmet de bu, sıhhat de bu, hayat da bu, dünya da bu, ahiret de bu, parrra!!!
BENZERİ — (Gözleri banknotta heceliyerek.) Parrra, parrra!
(Hususî Kâtibinin çınlıyan kahkahaları…)”

Olay tamamen para eksenli menfaat çatışmasından hasıl olan kararmış kalpler, pörsümüş şahsiyetler, harcanmış ahlaki değerler, çürümüş aile bağları, günlük hesaplar ve topyekun İslamî anlayıştan yoksunluk olarak özetlenebilir.

Banka patronu etrafından şekillenen vaka oldukça ilgi çekicidir. Hayata hakim hesapları ve üstün menfaatleri çizgisinde yol alan “O”, banka işlerinin yanı sıra, patlak vereceğini tahmin ettiği harpten kendine pay çıkararak servetine servet katma amacındadır. Çeşitli ürünleri, mükemmel bir nizamla savaştan evvel tekelinde toplayarak, savaş sırasında muazzam bir kârla elden çıkarma gayesindedir. Yani ihtikârın büyük nazımı olma yolundadır:

“HUSUSÎ KÂTİBİ — Ya umduğumuz gibi çıkmazsa?.
O — Yani, ya harp patlamazsa, öyle mi? Seni hâlâ istediğim kıvama getiremedim. Hâlâ ezici sermayenin ne demek olduğunu anlamıya niyetin yok. Sen bu parayla çakıltaşı toplasan, çakıltaşı pahalılaşır. Sonra onu ustalıkla, sindire sindire satmayı bilirsen, nasıl olsa kâr hazır. Amma işler umduğumuz gibi gider de harp patlarsa, kâr bire yirmi, yüzde iki bin…
HUSUSÎ KÂTİBİ — Başüstüne efendim!.
O — Kafana iyice mıhla!… Çiviyi malûm iki şehirden numara beş toplıyacak. Yanına beş on emniyetli adam alacak! Hiçbirini öbürleriyle yüzyüze getirmeden, maksadı sezdirmeden, parça parça, levhaları ve çuvalları da numara üç, yedi ve dokuz… Aynı şekil, aynı tarz, aynı usul… Hiçbir faaliyet cinsinden öbürleri haber almayacak. Mallar kısım kısım sende toplanır, sen de onları bildiğin yerlerde, birer bütün halinde, kafandaki gizli fikirle beraber muhafaza edersin.
HUSUSÎ KÂTİBİ — Dehânızın, doğrusu, her an yeni bir eseri karşısındayım.
O — (Koltuğuna yaslanır.) Bu dalkavukluğu salak bir şâire yapsan, belki onu mes’ut edersin. Dehâ ile işimiz ne bizim? En korktuğum hastalıklardan birisi de bu, dehâ!… Beyin nezlesi gibi bir şey!. Mevcut olmayan büyük şeyi elde edeyim derken, mevcut olan küçük şeyden mahrum olmanın felâketi… Biz, hayata hâkim küçük tedbirlerin, miskin hesapların adamıyız.
HUSUSÎ KÂTİBÎ — (Gülümsiyerek.) Aman efendim!…
O — Besbelli ki bir harp patlarsa, bundan evvelâ, memleketimize dışarıdan gelen her türlü demir malzeme müteessir olacak. Çuvala gelince, o Hindistan’dan çıkıyor, piyasa daha şimdiden tıkalı. Haber aldığıma göre Avrupa’daki harp hazırlığı daha şimdiden Hindistan piyasasını kapatmış. (Acı acı gülümser.) Avrupa’da, yüz elli, iki yüz milyon kadının bütün iç çamaşırlarından fazla kum torbasına ihtiyaç var; milyonlarca kum torbasına… Çuval dedikleri nesne, hiç bundan sonra uğrar mı bizim semtimize?.
HUSUSÎ KÂTÎBÎ — Herşeyi çok iyi anlıyorum.”

Harp patlak verip de amacına ulaşacağı vakit “O” nun foyası meydana çıkar. Yoksul halkın kanını emen ihtikâr nazımı olarak hedef gösterilir ve toplu bir hareketle bankasına baskın düzenlenir.

“NOTERİ — (Büyük bir heyecan içinde gazeteyi uzatarak.) Çıktı. Kapışan kapışana!…
O — (O, daima kendisine hâkim olmak gayretinde.) Ne lüzum var? Bu sabahkileri gördüm. Ağızlarını diledikleri kadar yırtabilirler.
NOTERİ — Fakat bu müthiş… Birinci sahifesi yalnız size ait… Yedi sütun üzerine başlıklar… Memlekette ihtikârın büyük nâzımı!. Yoksul halkın kanını emen hain!!! Bütün foyasını meydana vuruyoruz!! Maskeler aşağı!!!
O — (Elini gazeteye doğru uzatır.) “Bayrak” gazetesini ben yarın ihtikâr lehinde, fiat yükselişlerinin vatana faydaları hakkında, yedi sütunluk başlıklarla donatayım mı, ister misiniz?
NOTERİ — (Daima nefes nefese.) Fakat efendimiz, o yarının işi, biz bugüne bakalım. Ortada korkunç bir kaynaşma var. Gençlik, akın akın, Zafer meydanını dolduruyor. Şimdi oradan geliyorum. Görülmemiş bir toplantı… Hükümet, artık eski hükümet değil. Belki gençliği harekete teşvik eden de o… Ne olacağı belli olmaz!.
O — Boş yere telâş etmeyin! Bir hasad mevsimi içindeyiz. Heyecansız hasad olmaz. Sinirlerimizi koruyalım! Haykıran haykırır; toz, duman, birbirine karışır, fakat hasad kalkar ve herşey durulur. Siz bana yalnız şunu söyleyin! Hukukî vaziyetimde zayıf bir nokta var mı? Bana kanun ve hukuk yolundan gelme bir çelme atılabilir mi?
NOTERİ — Ne münasebet efendim, hukukî vaziyetiniz demir gibi!.
O — Siz yalnız ona bakın! Beni hukuk korusun da, isterse hak tekmelensin! Aşağıda, kasa mahzen dairesinde, Avrupa’ya gidecek hisse senetlerimin cetvelleri çıkarılıyor. Bunların sayım ve kayıt işlerine bakıp tasdiklerini yapacaksınız. Sizi bunun için çağırttım. Lütfen elinizi çabuk tutmanızı rica ederim.
NOTERİ — Baş üstüne! İcap eden hemen yapılır. Efendimize muvaffakiyetler dilerim.”

Beklenmedik bir şekilde çıkan kargaşada, hususi katibi ve hususi katibinin bulup bankada himaye ettiği banka patronunun benzeri öldürülür. O, benzerinin kılığına girerek bu olaydan dahi pay çıkarmasını bilmiş ve kurtulmayı başarmıştır. Ölenin banka patronu olduğunu zannedenler ya da zannetmek isteyenler “O”nu maddi planda olmasa da toprağa verirler. Tüm servetine el koyan aile efradı tıpkı O’nun söylediği gibi yaparak üstün menfaatleri gereği hareket etmişlerdir. Ölenin banka patronunun benzeri olması olasılığı gündeme gelse de, bu kimsenin işine gelmez. Bir akşam benzerinin kılığında çıkıp gelen banka patronu, kendinin banka patronu olduğuna dair reddedilemeyecek deliller ikram etse de, aile efradınca ve çevresince paraya değişilmez. Onu tanıyan ve sayan yalnızca sadık köpeği olmuştur. Kendi yolunun yolcusu olma mahkumiyetindedir.

O — (Kimsenin yüzüne bakmadan.) Ahlâka mı dönmek? Ahlâka dönmekten başka çare bırakan var mı bana? Ahlâka dönüyorum. Dünyanızı ahlâksızlıkta o kadar ileriye götürdüm ki, nihayet anamdan doğduğum günün çıplaklığına iade edip ahlâkla başbaşa bıraktınız. Ahlâka dönüyorum, siz döndürüyorsunuz; düşünün, siz ne kadar ahlâksızsınız!…
KADIN MÜŞTERİSİNİN KIZI — Kesin artık sesinizi!
O — (Hep aynı tavırla.) Kendi kendime her zaman derdim ki “sen bu kadar ahlâk düşmanlığı yaptığın halde, sakın tohumunun merkezinde gizli bir ahlâk cevheri taşıyan biçare şaşkın olmayasın?” Ben sakın, gizli bir ahlâk tohumunun üstünde, kocaman bir ahlâksızlık ağacı yetiştirmiş biçare şaşkın olmayayım? Ve işte, benden kopan çekirdekler, hem tohumlarını, hem de ağaçlarını kapkara bir ahlâksızlık ahengi içinde yetiştirip beni kuruttu, gizli tohumuna döndürdü.
(Soldaki kapı açılır. Oğlu, elinde bir demet para, görünür. Kimsede ne bir ses, ne bir hareket… O hep aynı halde… Oğlu eşikte bir an durur.)
O — Ahlâka dönüyorum! Tohumumla ağacım arasındaki tezadı barıştıramadım amma, kendi öz çekirdeklerime kadar, ahenk içindeki dünyayı, tezadsız dünyanızı ne güzel belli ettim!

Benzerinin kılığında benzerinin mekanına icabet eden banka patronu, oranın mütemadi misafirleri ile sohbete başlar. Gerçeği anlamıştır artık, yanlışlarını anlamıştır. Artık O, Allah’ı ve ahlakı arayan bir adamdır. Hiç de eski banka patronundan beklenmeyecek şekilde hikmetli kelamlar eder. Paraya tapmaktan vazgeçmiştir… :

O — Bir zina parasına on okka ekmek alıyoruz, yahut on okka ekmek parasını bir zinaya ödüyoruz. Para hangisinin değeri, has ekmeğin mi, halis zinanın mı?
(Bir anlık durak… Dehşet…)
O — Koyunun bembeyaz sütü de bir kaç mangıra, yalancı şahidin kapkara gündeliği de… Bu maddeleri birbirine para mı karıştırdı, paranın kepçesinde biz mi karıştırdık? Amma bir kere karıştırdık, bir daha da ayıklanır sanmayın!
(O, orta yerde, tek başına duran masasına doğru bir adım atar, masaya oturur, iki eliyle masanın iki yanından kavrar, tuhaf bir eda içinde gözlerini tavana diker. Katil, Hırsız, Yankesici ve işsizde korkunç bir hayret cezbesi…)
O — (Sanki kendi kendine söyleniyor.) Bu böyleeee!… Allah, bütün ihtiyaçlarımızı melekleri vasıtasiyle yerine getirmedikçe, para bu dünyadan kalkamaz. (Başını, ağır ağır, kendisine bakanlara çevirir.) Hani din kitapları, “Sefillerin en sefili” diye bir yer tarif ediyor ya, işte o, bu dünya, para dünyası… Vaktiyle varmış, paranın geçmediği bir yer varmış. İnsan oğlu, oraya lâyık olmadığı için buraya atılmış. Şimdi buradan da oraya gitmek için, parasız pulsuz, çalışanlar var…
İŞSİZ — Cenneti mi anlatmak istiyorsun?
O — Cenneti, cenneti anlatmak istiyorum. Cenneti sen de böyle anlat! Paranın geçmediği yer…
YANKESİCİ — Bu dünyada böyle bir cennet kurulamaz mı?
O — Kurulamaz, yooo, kurulamaz. Yalancı çiçeklerle bahçe yapılabilirse, bu dünyada da böyle bir cennet kurulabilir. Burası para dünyası; bu dünyanın bu dünya olabilmesi için para lâzım, parrrrra!.
HIRSIZ — Para lâzım, ha!
O — Elbette para lâzım!. O olmazsa cennete giden yol bulunabilir mi? Aydınlık neresi? Karanlığın çıktığı yer!. Karanlık neresi? Aydınlığın girmediği yer!… Gelin siz, paraya ışık deyin! Para olmazsa ben karanlığı nerede bulacağım?
İŞSİZ — Karanlıkta ne arıyorsun? Kâtip.
O — Allahı arıyorum, ahlâkı arıyorum!

Yaptıklarından pişmandır. Kendisini canilerin canisi, hırsızların hırsızı, ahlaksızların ahlaksızı olarak görmektedir:

O — (Eliyle teker teker göstererek patlar.) Burası katillerin, hırsızların, yankesicilerin, ipsizlerin sapsızların yatağı mı, meleklerin yuvası mı? (Katile.) Sen Katil olasın da en büyük cinayetten haberin olmasın? (Hırsıza.) Ya sen Hırsızların Sultanı, tüylerinde ancak pire gibi dolaşacağın hırsızlık devesini nasıl bilmiyorsun? Bu develerden kervanlar geçiyor, kervanlar! (Yankesiciye.) Sen usturayla insanların ceplerini kesiyorsun ha, böyleyken ruh keselerini yırtıp içinde nüfus kâğıtlarını aşıranları duymamışsın! Aman kaç, ruhuna bir ustura atmasınlar yankesiciliği öğrenmiş olursun! (İşsize) Senin neye yarar olduğunu bilmiyorum, işsizin biri dediler, ipsiz sapsız bir adam! Dünya ipini çekenlerin ipinden sapından niçin haber sormıyorsun? Belki de sen, ipine, sapına güvenmediğin için bu hale geldin! (Hepsine birden) Bana bakın, dostlarım, son nutkumu geçiyorum, kulak kesilin! Dostlarım, Allahı ve ahlâkı ense kökünüzde duymuyor musunuz, burnunuzun ucunda görmüyor musunuz? Bir parça kambur taklidi yapın, duyarsınız; biraz şaşı bakın, görürsünüz!
KATİL — (Şaşkın ve bitik.) Vay canına yandığımın!
O — Kim onları benim kadar inkâr edebilirse bir hamlede bulur ve kim onlara benim kadar iman edebilirse bir daha kaybetmez, inkârı da, imanı da zayıf iki ayaklı bir köpek soyu türedi!

Dünya malının tehlikesine dikkatleri çeker:

“KATİL — (O’nu koltuk altlarından çekip kaldırırken.) Ben size, malın fazlası insanı öldürür demedim mi?.
YANKESİCİ — (O’nun altına yarım iskemleyi sürerek.) Bir şey yok, bir şey yok! Gözleri açık!.
HIRSIZ — (O’nun oturmasına yardım ederek.) Hiç bir şeyi yok canım! Nefesi sıkışmıştır.
O — (iskemlesine oturtulmuş, etrafındakilere.) Malın fazlası insanı öldürür diye kim lâf etti?
KATİL — Bizde mal diye esrara derler.
O — Bizde de mala esrar derler. Hani bir lâf vardır: fazla mal göz çıkarmaz! Fazla mal insanın iki gözünü birden çıkarır. Bakın, bunu siz biliyorsunuz da biz bilmiyoruz!”

Çektiği esrar dumanları vücudunu iyiden iyiye sarmıştır. Mal ikinci kez banka patronunun kafasına vurmuştur. Gözleri açık gider…….

Esere hangi cihetten bakılırsa bakılsın, eserin büyüklüğü ile karşılaşılır. Gerek ferdî, gerekse içtimaî dairede vücuda getirilmiş ehemmiyeti haiz bir eserdir. Eser kahramanları halk arasından seçilmiş, ekseriyeti ile tahribata uğramış, yanlış temayülleri olan tiplerdir. Müellif, ferdî ve içtimaî dairedeki bozuklukları eleştirmiş ve olması gerekeni bir muallim titizliği ile göstermiştir. Herşeyin zıddı ile bilinmesi gerçeğinden hareketle, Üstad, müspeti menfi üzerinden, olması gerekeni perde ardından hissettirmiştir.

Paraya bağlanan halat görünümlü örümcek ağı lifleri kopmaya mahkumdur. Eserde de bunu tüm çıplaklığı ile görmek mümkündür. Araç olarak görülmesi gereken ve bir emanet olan paraya, amaç nazarı ile bakanların nihayeti her dem feci olur. Para araç olmaktan öteye varamaz, varmamalıdır.

Üstad’ın bir mevhum olarak paraya dair ufak bir yazısını okuyalım:

“Hakiki gani kimdir biliyor musunuz? O, herşeye malik olacak, o şey ona hakim olmayacak… O ki paraya sahiptir. O ki para ona sahiptir. İşte ikincisi felakettir. Paraya sahip, ona hükmeden , onu istediği yere götüren demektir. İslam’ın nazarında makbul sermayedar, paraya hakim adamdır, paranın hakim olduğu adam değil… Gördüğünüz milyonlarca adam var; önünde şu şu şu kadar milyonları… Gidin hayatını görün… Paranın zıplattığı insanlar…”

İşte bir müminin paraya nazarı böyle olmalıdır. Para bir araçtır, bir emanettir, hakim olunması gereken bir maddedir…

…………………………………………………………………

Kendimizi; yalnızca kuş sütünün noksan kaldığı bir sofranın hemen kıyısına, sofraya sırtı gelecek vaziyette oturmuş bir kimseye, ağızlardan suların damlamasına vesile envai çeşit taamın lezzetinden dem vurma ve aldığımız sayılı nefesin diyetini, yemeklerden nazlı bir sevgili edası ile göğe doğru yükselen dumanı, mahut kişinin önce koku alma sonra da idrak uzvu ile hasret gidermesine sebep olarak verdiğimiz yine sayılı olan nefesimizle bir nebze olsun ödeme gibi basitliği ulviliğinin üzerinde gölge teşkil etmeyen bir vazifeye malik görüyoruz. Umulur ki, ziyafetten bihaber dimağlar(Nasrettin Hoca misali) ters oturdukları sofranın usul ve erkanına, bizlerin basit çabaları vesilesi ile riayet ederler ve “Bismillah” deyip harekete geçerler…..

Üstad Sınıfı / Mürid

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.