B. D. Fikir Kulübü Dâvâsı -1967-

B. D. FİKİR KULÜBÜ DÂVÂSI

Bir cürüm işlenir veya işlendiği iddia edilir; kanundaki ceza ve usul ölçülerine göre ait olduğu mahkemeye verilir ve hüküm çıkar.

Bu davada böyle yapılmıyor ve adalet ölçülerine aykırı bir siyaset yolu takip ediliyor. Cürüm kendi öz çapında ele alınmıyor da, ona bağlı farzedilen bir teferruat unsuru üzerinden yakalanmak isteniyor.

Mesela, adam öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasiyle bir adamın evi aranıyor, orada kanlı bir bıçak bulunduğu öne sürülüyor, ve ancak ilk fiile bağlı olduğu takdirde cürüm ifade edebilecek olan bu vakıa, küçük çapta bir cezaya çarptırılmak istenerek büyük bir netice alınmak arzulanıyor.

Ceza küçük, fakat neticesi büyüktür. Zira bir adama verilecek küçük ceza içinde onu ebediyen bıçak taşımaktan alıkoyucu, yani hamle ve faaliyetini kesici ve kurutucu, bir kayıt vardır. Hâlbuki adam öldürmeye kalkışmamak şartiyle bıçak kullanmakta hiçbir kanunî suç mevcut değildir.

Bıçak yerine fikir koyacak olursak, hakkımızda açılan davanın iç yüzünü ve siyasî kastını göstermek bakımından misalimiz vakıaya tamamiyle uygun düşer.

Misalimize göre, esas ve ona bağlı teferruat nisbetini asla kaybetmeksizin, hakkımızdaki isnadı gözden geçirelim:

Biz, Ankara’da Dil-Tarih Fakültesinin konferans salonunda, on bini aşan bir kütle huzurunda verdiğimiz “Tarihimizde Sahte Kahramanlar” isimli konferansta İslâm esaslarını savunmuşuz!.. Bu konferansı da “B.D. Fİkir Kulübü” adına verdiğimiz için din esasları üzerine dayalı cemiyet kurmuş oluyoruz!.. Bu da “Cemiyetler Kanunu”na muhalif olduğundan şahsımıza küçük bir ceza biçilmesi yoliyle Demeğimizin kapatılması sağlanmak isteniyor.

İşte asıl suçlu olması gereken şahsımızı bir tarafa atıp, fikrimizi ve onun kanunî teşkilatını cezalandırmak için, adli takip namı altında bundan daha parlak bir siyasî kombinezon düşünülemez. Böylece bizi daha yüksek kademeler dururken mahsus sulh ceza mahkemesine vermiş ve koca bir davayı el çabukluğuna getirmek sevdasına düşmüş bulunuyorlar.

Hâlbuki eğer suçumuz varsa, muhakeme yerimiz ağır cezadır. Oraya verilemediğimize göre suçumuz yok demektir. Suçumuz olmayınca da ona bağlı hiçbir teferruat unsuru müstakil suç teşkil edemez. Bu, bir uçurtmanın kendisini yere düşürüp kuyruğunu havada tutmaya çalışmak gibi bir abes olur.

“Cemiyetler Kanunu�ndaki kayıt din esaslarını devlet nizamlarına karşı savunan ve bu görüşün fikir ve hareketlerini temsil eden derneklere ait olduğuna, yoksa dinî kültür neşrini ve ruh mimarlığını üzerine almış cemiyetlere asla şamil bulunmadığına göre, eğer bizim böyle bir suçumuz varsa ve bu suç herhangi bir yazı ve sözle sabit ise karşımıza derhal 163′ üncü maddenin çıkarılması, ona ait hesabın görülmesi ve ancak ondan sonra “B.D. Fikir Kulübü” nün suçlandırılması gerekirdi.

Bir şey ki, başı yok, sonu var; nasıl olur? Şu halde davanın muhterem mahkemenize intikal ettirilmesi taktiği, usul bakımından da yanlıştır.

Esasa gelince:

Bu konferans en aşağı yirmi yerde verilmiş ve hiçbir takibe uğramamıştır. O halde konferansta din esaslarını devlet nizamlarına karşı savunucu tek nokta yoktur.

Şahsımız ve her türlü siyasî faaliyetimizle Dernek işleri asla birbirine karıştırılamaz. İlişik olarak sunduğumuz Cemiyetin Ana Nizamnamesinde gerek Necip Fazıl’ın siyaset sahasındaki mücadeleleri, gerekse Büyük Doğu Mecmuasiyle sair eserlerinin Cemiyeti (angaje) etmeyeceğine dair açık bir madde vardır. Necip Fazıl, siyasi hayatında ne tür faaliyette bulunursa bulunsun, “B.D. Fikir Kulübü” çerçevesinde İslâm kültürünü harekete getirmek vazifesiyle mükelleftir ve orada siyaset dışıdır.

Malûm konferansta ise, sadece din kültür ve ruhunu müdafaa edip bu ruh önünde tarihi bir muhasebe yapmanın dışına çıkmamış ve hiçbir din ölçüsünü devlet nizamlarına karşı harekete davet edici en küçük bir ima kelimesi bile sarf etmemiştir.

Konferans, onu kaydeden muhtelif teyplerden dinlenebileceği gibi, böyle bir cürmün aslî mahiyeti içinde takip edilememesi, onun vaki olmadığına dair en kat �i delildir.

Eğer bu konferansta din esaslarını devlet nizamlarına karşı harekete getirici bir mana olsaydı, birçok yerde onu verirken ‘Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği, Milliyetçiler Derneği, Milliyetçi Îmam-Hatip Mezunları Derneği” vesaire gibi cemiyetlerin de din esası üzerine kuruldukları iddiası ile kapatılmaya kalkışılması lazımdı. Ortada, T. İ. P. gibi Türk kanunlarının yasak ettiği bir gayeye bağlı olmakla maruf bir teşekkül, sırf açık delilsizlik ve kanuna intibaksızlık yüzünden kollarını sallaya sallaya faaliyetine devam ederken, mü’minlerin siyaset dışı iman ruhunu yoğurmak için kurdukları bir derneğe bu isnad, vicdan çatlatıcı bir harekettir.

MUHTEREM MAHKEMENİZİN BU DAVAYI HEM USUL VE HEM ESASTAN, YANİ HEM SELAHİYETSİZLİK, HEM DE CÜRÜM OLMADIĞI NOKTASINDAN NETİCEYE BAĞLAMASINI VE BU ŞIKLARDAN BİRİNİ TERCİH EDEREK ŞAHISLARIMIZI VE DERNEĞİMİZİ TEMİZE ÇIKARMASINI İHTİRAMLA DİLERİZ.

(Müdafaalarım, Büyük Doğu Yayınları, 7. baskı / s.215-216-217-218)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.