Günah Ve Ayıplayanlar – Ayıplananlar
GÜNAH
Günah, Allaha giden dosdoğru yolun engelleri ve saptırıcı kollarıdır. Onun içindir ki, günahı, Allaha ermenin mânileri bilmek ve onlarla mücadele nefse ne kadar ağır gelirse gelsin, mukavemetten en derin disiplin zevkini almak lâzımdır. Günah, bu gözle görülecek olursa, mukavemeti nefse acı gelen bir şey olmaktan çıkar ve onları tek tek bilmek, düşman ordusunu unsur unsur tanımak gibi zevkli bir anlayışa döner. Günahların “niçin, neden, nasıl, olmasa olmaz mıydı?” gibi nefs acısı belirten istifhamlara tahammülü yoktur. Günahı, nefsce sevilen bir şeyden mahrumluk acısına tahammül cephesiyle değil de, Allahın emirlerine uyma tadına bağlayabilene ve bu tadın üstüne tad tanımayana ne mutlu!..
Günümüzde müslümanlarının, sahilsiz bir derya gibi içinde çırpındığı en büyük günah, fiilî olmaktan ziyade kalbidir; ve belki her fiilî günahtan beter olarak İslâm ahlâkına bîgânelikte toplanmaktadır.
Tecessüs, kıskançlık, birbirini kınama, kendi nefs kozasına kapanış, içtimaî dayanışmadan, namazdaki saf dışı tüm yoksunluk, filân, falan…
Böylelerinin kıldığı namazı bir elektronik beyin de kılar; fakat kalblerini maymunlar bile kabul etmez.
Bu dâvada ortaya atılan, evini, barkını, çoluk çocuğunu, hattâ hayatını rizikoya sokmuş olan insanlara karşı, paltosunu bile tehlikeye atmaksızın, (bunca göz kamaştırıcı bir ulviyete imkân tanımamalarından mıdır, nedir?) ille ayıp arama gayreti güdenlerin, sonra da bu ayıp aramayı haklı çıkaran kahraman taslaklarının hesabını Allah görecektir.
Biz bu ahlâk üzere gittikçe sürüngenlikten kurtulamayız; ve işte böyle, maskara devrimbazların esiri kalırız.
9 Nisan 1978
AYIPLAYANLAR – AYIPLANANLAR
Dünkü yazımda şimdiki müslümanların veya müslüman geçinenlerin, fiilî günahtan kaçınırken ne müthiş kalbî günahlara yol verdiğini anlatmaya çalıştım ve 40 milyonluk bir kitle oluşturduğumuz halde, bu yüzden 40 kişilik bir kuvvetten bile mahrum kaldığımızı belirtmek istedim.
Doğrudur; olanca zaafımız bu ruh yarasından meydana gelmektedir.
Biri çıkıp da bu türlü insanları tenkide kalktı mı, ilk tepki ona yakıştırdıkları ayıpları aramak, bulduklarını milyona çarpmak, bulamadıklarını da uydurmaktır. Bu türlü ayıplananlar, aynı iğrenç ahlâkın dürtüşiyle birbirini de yerin dibine batırmakta hamarattırlar:
– Müslümanları sömürür!
– Almanyada bir (tur) çevirip yüzbin markla döner!
– Milyonlara alınmış arsaları, (mersedes) otomobilleri vardır!
Bütün bunlar doğru kabul edilse, müslümanlık uğrunda çarpışan bir adamın böyle yollara baş vurduğu için mutlaka suçlu bilinmesi; fakat onu suçlu gösterirken “niçin onun var da benim yok?” kabilinden dil uzatanların ise daha az suçlu sanılmaması gerek…
Yani bir hased sâikasiyle değil de, ibret vesilesiyle ve hakikat ifadesiyle edilecek tenkitler başımızın tacı, zorla ayıp arama ve kötülük yakıştırma gayreti de kunduramızın topuğu…
Müslümanlarca bu gibi oyunlara gelinmemesi ve bu dâvada “Allah!” demenin yasak olduğu günlerde şahlanıp hiçbir çıkarla imtihan edilmediği halde her şeyini feda edenlerin seçilebilmesi ne gün gerçekleşecektir?
Arkamızdan gelenlerin, bizim açtığımız iklimden faydalanarak hasada kalkışmaları ve sonra kendi aralarında bu hasadı hasede çevirmeleri ne hazin!..
10 Nisan 1978
(Çerçeve 5, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı / S. 49-51)