Devlet Ve İdare Mefkûremiz/reyhan / İdeolocya Sınıfı
DEVLET VE İDARE MEFKÛREMİZ
Bir cemiyeti toparlayıcı, yönetici, yönlendirici, eğitici, şekle sokucu, mayalandırıcı ve menfi veya müspet sahalarda bir faaliyete teşvik edici vecheleri bulunan devlet ve devlete bağlı idare birimleri, Üstadın İdeolocya Örgüsü eserinde devlet reisinin yükümlülüklerinden, devletin memuriyetlerinden ceza hukukuna kadar her noktasıyla ele alınmış ve ortaya çıkan tabloda İslamın her şeyi kuşatan sisteminin devlet üzerindeki tezahürünü görmek ve o tezahürdeki muhteşem nizamı seyretmek mümkün hâle gelmiştir. İslama bağlı olan devlet ve idare mefkûremizin hem dünya, hem ahiret saadetine yönelik olan kaideler bütünü öyle muhteşem nizama sahip bir devlet ortaya çıkarmaktadır ki, ne ferdin devlete karşı bir garezi, ne de devletin ferdden tırtıklamaya çalışacağı bir hak yeme hadisesi görülür. İşte bu sistemde her noktada bir huzur ve her sahada kendisi gösteren nizam hayat bulmaktadır.
YÜCELER KURULTAYI
Büyük Doğu mefkuresinde cemiyet idaresini temsil eden yapının adı Yüceler Kurultayıdır. Bu kurultay, dünyada örnekleri mevcut olan millet meclislerindeki gibi her kafadan bir sesin çıktığı değil, milletin dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müspet bilgilerde, ticarette, askerlikte, idarede, işte, yani insan ruhuna ve ruhtan dökülen her icraate dair meselede idrak çilesinin en soylusunu çeken, en ileri düşünen ve en iyi iş yapan aksiyoncuları tek hakikat olan İslam’a bağlı olarak fikir ve eserlerin hayata getirileceği bir kadronun örgüsünden müteşekkildir. Bağlı olduğu köke binaen de duvarında en saf ve biricik hakikatin levhasında şu söz pırıldamaktadır: “HAKİMİYET HAKKINDIR”
Millet içindeki gerçek münevverleri bir kadroda toparlayıcı, sadece ve sadece Hakkın rızasına göre hareket edici ve hakikate mahkûmiyet çerçevesinde faaliyet icra edici olan Yüceler Kurultayında asıl mesele hâkimiyet değil, üzerine aldığı yükümlülüğün şuurunda olarak halkına hakkın rızasına uygun şekilde hizmet etmektir. Bu hizmet dâhilinde hiçbir nefs ve enaniyet, hiçbir ferd ve zümre menfaati kendine yer bulamaz. Aynı zamanda milletin keyfi ve canı böyle istiyor yaftasındaki gizli sahtekarlığa bağlı olan başıboşluk ve hayvani serbestlik kendisine asla filizlenme zemini bulamaz. Her şey hakikate esir olan hakiki münevverlerin hakka bağlı olan icraatleri ile tablolaşır.
Yüceler kurultayı azası en aşağı 40, en yukarı 65 yaşındadır ve maddi-manevi sıhhatin çerçevelediği bir yapıdadır. Davasının dışında hiçbir hasis ferd ve nefs hayatı sürmez, attığı her adımda, yaptığı her işte milletin ve kurultayın müşahede ve murakabesi altındadır. Ruhunun bağlı olduğu iman kutbunun fikirde, ahlakta, icraatte istediği samimiyeti ve halisiyeti en güzel şekilde temsil eder.
Millet meclislerinde olduğu gibi topluluğun bütün idare ve karar mihrakı Yüceler Kurultayıdır ve daimi bir ilerlemenin, yükselmenin olmadığı ferdini derhal tavsiye edici ölçüye sahiptir.
Yüceler kurultayını ilk defa bir “Müessisler Meclisi” meydana getirir. Ondan sonra kurultay azası tasfiyesine sebep olacak bir uygunsuzluk sergilemediği müddetçe ebedi olarak yerinde kalır. İhtiyar olduğu halde ruhu bir gencin diriliğine sahip olan kişinin müşahhastaki ihtiyarlığı engel değildir.
Yüceler kurultayı oluştuktan sonra kendi içinden “Başyüce”yi seçer. Başyüce, devletin reisidir, devletin ismi de “Başyücelik”tir. Başyüce 5 yıl için seçilir. Yüceler kurultayı, ölüm, ağır hastalık, çekilme isteği, çekilmeye davet gibi hallerle ayrılan azası yerine derhal yenilerini bizzat ilan eder. Aza sayısı 101 olan yüceler kurultayı halkın değil hakkın seçtiklerinden oluşur. Yüceler kurultayı ülkedeki en ileri keyfiyet sahibi kişilere “Yüceler Kurultayına namzet” unvanı altında manevi bir paye takar. Yüceler kurultayı yeni azasını bu namzetler arasından seçer, eğer ki bu aday en küçük bir liyakatsizlik misali gösterirse bu manevi paye kendisinden alınır.
BAŞYÜCE VE KURULTAY
Her noktasıyla ruh köküne bağlı olan Başyüce ve Yüceler Kurultayı, her temsil kutbunu kendi üzerlerinde toplamışlardır. Yüceler kurultayı kendi seçtiği Başyüce’de icra ve temsil birliğini; Başyüce de Yüceler Kurultayında kendi icra ve temsil birlikteliğinin üstün güzidelerden oluşan murakabe ve muhasebe kadrosunu bulur.
Yüceler kurultayı başıboş kitlelerin kemiyetten öte geçemeyen reylerindeki hikmetsizliğe zıt olarak kendini kemal noktasında bulunmak için devamlı inşa eder ve kurultayın zirve noktası, beyni olan Başyüce de kurultayın seçimiyle gelen, hak ve hakikatin millet üstü manasıyla hak idaresine bağlı cephesini en incelikli şekilde hayata geçirir.
İradeyi temsil eden Başyüceyken, yüceler kurultayı ise vicdan görevini görür. Birbirini muhasebe ve murakabe edici iki ana merkez halinde Yüceler Kurultayı vicdanı, Başyüce ise iradeyi temsil eder, iş ve fikir kaynaşmasından doğacak olan vahdet en mükemmel şekilde kendini gösterir. Bu vahdette eşek hürriyetinden başka bir şey veremeyen demokrasyaların ulaşamayacağı nizamlı hürriyet ile, demokrasyalara zıt bütün şekillerin başaramayacağı hür disiplini bir arada götüren bir nizam vardır.
Hak ve hakikat mizanı önünde birbirine hâkim ve mahkûm olan bu iki müessesede devamlı olarak birbirini denetleme hassası çalışacak ve yüceler kurultayının ruhunu millet adına müdafaa halinde olan Başyüce hükmü yüceler kurultayına bırakacaktır.
Başyüce herhangi bir şekilde menfi ve davaya zıt bir hal içinde görürse onu en aşağı %75’i bulması gereken bir çoğunluk kararıyla devirir ve milli irade tecelli edene kadar arasından birini Başyüce ilan etme hakkında sahiptir.
Başyüce, doğrudan doğruya Yüceler Kurultayını dağıtma hakkına sahip değildir. Ancak Yüceler Kurultayında beklenmedik şekilde menfi ve zıt temayüllerin zuhur ettiği ve bütün kurultaya yayıldığı bir fesat görülürse, milletten Başyüce ile Yüceler Kurultayı arasında hakemlik yapması istenir. Bunu isteyebilmesi için yüceler Kurultayının %40 oranında Başyüce ile birlikte olması lazımdır. Millet, Başyüce lehine hüküm verirse, Başyüce yüceler kurultayının menfi bölümünü tasfiye eder. Milletin, Başyüce aleyhine vereceği hüküm onu hemen düşürür ve yeni bir Başyüce seçilmesi zaruri hale gelir.
Yüceler Kurultayı, millet iradesinin tecelli etmesi gereken durumlarda milli iradeye başvurabilir. Hükümet ve icra mekanizması ise böyle bir durumda sadece milli iradeyi yerine getirmekle görevlidir.
Hükümet, öncelikle başyüceye, sonra o yoldan yüceler kurultayına karşı mesul olarak Başyüce tarafından ve yüceler kurultayı kadrosu dışından oluşturulur. Hükümet, yüceler kurultayının 1 fazlasıyla itimatsızlık oyu aldığı anda düşer. Devlet kadrosunda en üstten en alt birime kadar kanunlar karşısında hiçbir ferdin ayrıcalığı yoktur. Sokağa tükürmek eğer suç ise bu eylemi yapan Başyüce, hükümet reisi veya bir çöpçü kim olursa olsun eşit tutulur.
BAŞYÜCE
Başyüce genel manasıyla herhangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, içtimai bir timsaldir. Milleti tek şahıs üzerine toplayan kişi olarak bütün yetkiler eline teslim edilmiştir ve kendisi Allah’ı, vicdanı ve milleti arasında terkibleştirmeye memur olduğu ahenk uğrunda öz nefsine pay tanımayan ve onu selahiyetsizlikte son mertebeye kadar indiren şahıs olarak heykelleşen bir remzdir. Başyüce, her davranışıyla ve işiyle milletin görünürde en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdi olduğunu beyan eder. Yüceler kurultayının koyduğu kanunlara karşı aykırı emir veremez ve vermez, lakin her emri, kanunu tamamlayıcı ayrı bir kanun hükmündedir. Kanunun bir şey söylemediği yerde Başyücenin sözü katidir. Başyücenin bir emriyle hükümet değişir. Hükümetin her noktası onun adına iş görür, kaza cihazı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır. Başyüce her yönüyle ordunun başıdır, başbuğ ise başyücenin vekilidir.
Mukaddes mizan önünde her şeyden ve herkesten fazla köleleşen Başyüce, islamın ulülemr diye isimlendirdiği içtimai idare ve icra makamını, bu makama nefs ve hırs karıştırmayan ve kendi öz nefsaniyeti bakımından yok olan ideal ferddir. Başyüce temsil ettiği hudutsuz hakikatin altında önce kendisi ezilecek ve sonra bağlı olduğu manalar âleminin temsil sınırları içinde fani şahsını – fani şahsına hiçbir pay vermeksizin- en muhteşem biçimde pırıldatacaktır. Ve bu pırıltı onun değil, bütün milletiyle bağlı olduğu manalar âleminin ve oradan aksederek milletindir.
Her vatandaşın kendisi kadar dert içinde olup olmadığını ve derdinin çaresini elinde bulundurup bulundurmadığını anlamak bakımından, cemiyetin en dertli ve ızdıraplı unsuru olan Başyüceyi her an hesaba çekmeye dair kanuni bir imkânı olacaktır. En küçük bir suiistimal karşısında en büyük cezanın verileceği bu imkân, keyif için çekilmesi yasak olan bir imdat işaret koludur.
Yüceler kurultayı 5 yıllık görev süresi dolan Başyüceyi tekrardan devlet reisi olarak seçebilir. Tekrar seçilmeyen Başyüce yaş haddini aşmamışsa yüceler kurultayındaki yerine geri döner. Görevlerini yerine getirebilme gücü var olduğu müddetçe Başyüce ve diğer yüceler için yaş haddi yoktur. Ölüm, hastalık, çekilme isteği gibi hallerde başyüce kendi yerine geçecek adayı veya adayları bizzat kendisi gösterir.
BAŞYÜCELİK HÜKÜMETİ
Başyücelik hükümeti 1 başvekil ve 11 vekilden oluşur. Vekil tabiri başyüceye izafetledir. Her birinde üçer müsteşarlık olan vekaletler, memur olduğu vazife bütününün birkaç vekalet çapında en girift ve dolgun iş sistemini belirtir.
• Maarif Vekâleti: “İlim ve Güzel Sanatlar”, “Halk Terbiyesi ve Evleri” “Umumî Öğretim” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Savaş Vekâleti: “Kara”, “Deniz”, “Hava” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• İktisat Vekâleti: “Sanayi”, “Ticaret”, “Ziraat” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Maliye Vekâleti: “Bütçe ve Umumî Muvazene”, “Vergiler ve Resimler”, “Bankalar ve İnhisarlar” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Sağlık ve Bakım Vekâleti: “İyileştirme”, “Güzelleştirme”, “Çoğaltma” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Adliye Vekâleti: “Mahkemeler”, “Islâhhaneler”, “Kanunlar” adlı üç müsteşarlığa bölümlü…
• Matbuat ve Propaganda Vekâleti: “Matbuat”, “Propaganda”, “Turizma” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Hariciye Vekâleti: “Şark”, “Garp”, “Haber Alma” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Dâhiliye Vekâleti. “Mülkî Teşkilât”, “Belediyeler”, “Umumî İnzibat” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Nâfia Vekâleti: “Tesisler”, “Yollar”, “Münakale Vasıtaları” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
• Düzenleme Vekâleti: “Teşkilât Düzeni”, “İş Düzeni”, “Sigorta ve Tekaüt Sandığı” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
Müsteşarlıklardan her birinin emrinde, günümüzün bakanlık teşkilatına eş genişlikte umumi müdürlükler vardır. Vekâletlerden her birinin kumanda ve kurmay heyetini, 1 vekille 3 müsteşar kadrolaştırır. Bu müsteşarlar kendi aralarında bir iş ahengi belirttikleri gibi, bütün vekâletlerin 33 müsteşarı da hükümet bütününde aynı ahengi belirtmektedir. İster siyaset, ister meslek yolundan gelsin, müsteşarlarda vekillere eş bir terkip ve telif ruhu aranacaktır.
Hükûmetin genel siyasetini, Başvekilin reisliğinde 11 vekilden oluşan Vekiller Heyeti; hükûmetin iş sistemini de, topluca Vekiller Heyetine ve ayrı ayrı kendi vekillerine bağlı olarak, Başvekâlet müsteşarının reisliğinde 33 müsteşardan oluşan Müsteşarlar Heyeti temsil eder. Müsteşarlar Heyeti, daima Vekiller Heyetinin emriyle toplanır.
Din işleri başkanlığı, başbuğluk ve başkurmaylık, mustakil ve hükümet üstü bir yapıya sahiptir. “Başyüce”nin reislik edeceği veya “Başyüce”yi temsilen Başvekilin lüzum göstereceği Vekiller Heyeti toplantılarına, bu iki iş kutbu da, en önemli söz ve fikir hakkıyla katılır.
Temyiz mahkemesi, devlet şûrâsı, muhasebât divanı gibi kuruluşlar, devlet ve hükûmet siyâsetinde hiçbir fiilî mevkii ve hakları bulunmayarak ve bütün hareketiyetlerini sadece kendi mevzuularındaki kanunlardan alarak, daima “Başyüce”ye izâfetle, Vekiller Heyetine karşı her bakımdan müstakildir.
Bütün hükûmet cihazı bütün şubeleriyle, “Yüceler Kurultayı” âzâsının her türlü teftiş ve murakabesine açıktır.
Tüm teşkilatın değişmez unsuru ruh ve keyfiyettir. Geriye kalan her şey bu ruh ve keyfiyet kalıbında bir şekle girmektedir. Teşkilatın ana ölçüsü ise: devlet yönetimi ve cemiyet güdücülüğünün, milletin en seçkin ferdlerinden kurulu bir şûra vasıtasıyla yürütmek ve bu şûrayı en gerçek millet temsilciliği mevkisi bilmektir.
HÜKÜMETİN 11 DAVASI
Başyücelik hükümetinin büyük iman ve dünya görüşüne bağlı olarak temellendirilen 11 ana davası vardır:
• RUH VE AHLÂK DÂVASI: Her şeyin bağlı olduğu ruh ve ahlâk örgüsünün maddî ve manevî iş sahasında, mükemmel ve muazzam tedbir cihazını kurma işi milletin idrakini titizlikle geliştirmek, pırıldatmak ve beslemek gayelerini güder. Bu dâvada Maarif, Matbuat ve Propaganda, Adliye ve Dâhiliye Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• UMUMî İRFAN DÂVASI: Batının ilmini onu taklide ve özentiye bulaşmadan alarak en uzak ve küçük köyden, en yakın ve büyük şehire kadar ve en üstün ve ileri mâna irfaniyle beraber mayalandırma işi… Bu dâvada Maarif, Matbuat ve Propaganda ve İktisat Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• KÖY VE KÖYLÜ DÂVASI: Maddede ve manada harap olan köylüyü her yönden kuşatıcı bir şahsiyet ve asliyet ifadesi altında yoğurma işi… Bu dâvada Mâarif, Dahiliye, Matbuat ve Propaganda, Sağlık ve Bakım ve İktisât Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• ŞEHİR VE UMRAN DÂVASI: Büyük şehir, belde ve (Metropolis) hayatına görülmemiş bir şahsiyet, asliyet ve hususiyet damgasını vurma işi… Bu dâvada Dahiliye, Matbuat ve Propaganda, Nafia, Sağlık ve Bakım Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• ORDU DÂVASI: İmanından, ahlâkından, terbiyesinden, nizâmından, ilminden, âletinden, kılığından, biçiminden, muâşeretinden her şeyine kadar, kemmiyette ne olursa olsun, keyfiyette dünyanın en üstün ordusunu kurma işi… Bu dâvada Başkurmaylıkla, Savaş ve Maarif Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• İÇ İNZİBAT DÂVASI: Huzur ve âsayiş dünyasını bütün bir cemiyette kurma işi… Bu dâvada Dahiliye ve Adliye Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• DIŞ MÜNASEBETLER DÂVASI: Doğunun ve batının tespit edilen karakterlerine ayarlı olarak, ana ideolocyaya tam uygun vaziyette, son derece nazik ve çevik, ve millî menfaat uğrunda en ince tertiplerle örülü olarak adım adım gayesine ulaştırma; ve bu yolda bütün yeryüzü milletlerini bütün kuvvetleri ve zaaflariyle en derin noktalarına kadar keşfetme ve ona göre davranma işi… Bu dâvada Başkurmaylıkla, Hariciye, Matbuat ve Propaganda Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• BÜTÜN NEŞİR VASITALARINI MURAKABE VE HİMAYE DAVASI: Her türlü kitap, gazete, dergi, radyo, sinema, tiyatro, konferans, resim, hulâsa fikir ve ruh şekillendirmeye mahsus her vasıtayı, eşek hürriyetinden kurtarmak ve ondan sonra en ince noktalarından kavrama, destekleme, tutma, cevherlendirme, tesirlendirme ve ana hedefe yöneltme işi… Bu dâvada Matbuat ve Propaganda ve Maarif Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• İŞ EMNİYETİ VE İŞ SAHALARI ARASINDA ÂHENK DÂVASI: Bütün vekâletler arası faaliyeti âhenkleştirme, millî iş ve memur kitlesinin haklarını koruma, halk şikâyetlerini takip ve mercilendirme ve büyük devlet teşkilâtını düzenleme işi… Bu dâvada Düzenleme Vekâleti her vekâletle tam işbirliği halindedir.
• NÜFUSU ÇOĞALTMA, GÜZELLEŞTİRME VE SAĞLAMLAŞTIRMA DÂVASI: Nüfusu kemmiyette karınca sürüleri sayısınca çoğaltma, kitleyi insanoğlunun en nâdide çizgileriyle güzelleştirme, sıhhati en yeni ve ileri tedbirlerle koruma işi… Bu dâvada Sağlık ve Bakım, Maarif, Matbuat ve Propaganda, Dahiliye ve İktisat Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
• MİLLÎ SERVET VE İKTİSAT DÂVASI:
Millî serveti artırma yolunda milli bir iktisat ideolocyasına bağlı olarak, içtimaî refahı temellendirme, para ve sermayeyi güdümleme, cemiyeti ve ferdi bütün verim ve alım faaliyeti içinde dengeleme, maddî verim âlet ve cihazlarında en ileri dereceyi tutma ve büyük iş ve kazanç, tediye(ödeme) ve taksim(paylaştırma) adaletini yerine getirme işi… Bu dâvada, İktisat, Maliye ve Nafia Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
YÜCE DİN DAİRESİ:
Ülke içinde telkine, ülke dışında da propagandaya memur, din öğretimi, din görevlilerini yetiştirme, kadrolaştırma, ve inceden inceye planlandırılan bu daire Başyücenin emrinde ve Yüceler Kurultayı yanında devletin başlıca istişare merkezidir. Yüce din dairesinin reisi Başyüce tarafından seçilir ve İslamın ilim ve vicdanını temsil ederek bir çelişme halinde Başyüceye karşı hiçbir tesir altında kalmadan Yüceler Kurultayını hakem tutar.
Yüce din dairesinin ruhu bütün iş dairelerine sindirilmiş olmasına rağmen böyle bir teşkilat mesleki ihtisas sahasını kurmak ve denetlemek için vardır. Aynı zamanda Başyücenin şahsında tecelli etmek ve kendi şahsi çerçevesinin mücerret aşk, fikir ve hakikat laboratuarını temsil etmek amacıyla da vardır.
Her noktasıyla İslam dairesinde bulunan sahabi devrinde böyle bir teşkilata elbette ki ihtiyaç yoktur. Ama nerede o erişilmez ideal dünya?
HALK DİVANI
Büyük doğu mefkûresinde halk devlete, devlet de halka hizmet eder. Devlet ve hükümet, ferd ve cemiyet ile alakalı her mevzuda gözünü dört açmış, kulağını halkı dinlemeye adamış ve halkla ilgili hiçbir meseleye kayıtsız kalmamıştır. En ince edep sınırlarına ve ölçülerine uymak şartıyla her türlü hesap sorma hakkı ferdlere verilmiştir. Delilerin çılgınca isteklerinden her türlü dava sahiplerine kadar her meselenin hakkı layık olduğu yere teslim edilecektir. Bu teslim edişin de manivelası, başyücenin şahsına bağlı olan bir iş şubesi ile senenin belli başlı günlerinde kurulan “Halk Divanı”dır. Başyücelik sarayında kurulan bu divan, söyleyecek sözü olan veya seyirci olarak katılmak isteyen herkese açıktır. Halk divanında söz alan herkes, davasının Başyüceye gelinceye kadar ilgili makamlarda bu davanın takip edilip edilmediğinden, doğruluğu ve halisliğinden mesuldür. Bu yolda en küçük bir riyakârlık, yalancılık “milletin fikir, hürriyet ve dava hakkını suiistimal” suçunu ortaya çıkarır ve kişiyi en acı mahkûmiyete sürükler. Buna karşılık, doğru olmak ve daha önceden takip edilip neticelendirilmemiş olmak şartıyla en küçük hak, Başyüce tarafından onaylanır ve sahibi mükâfatlandırılır.
En küçükle iletişim halindeki bir en büyüğün, yani millete hâkim olanın aynı zamanda ona mahkûm ve devlete mahkûm olanın da aynı zamanda ona hâkim olduğu inceler incesi bir ruh ve şekil belirten Halk Divanı, hesap vermesi gereken bir devlet reisini ferdin önüne çıkarak hesap vermeye davet edici ve eğer ki ferd edep ve hak sınırını aşıyorsa da onu mahkûm edici bir çizgidedir. Halk divanında sınırları belirlene edep dairesi içinde ferd haklarını başyüceye karşı gür sesiyle müdafaa edip hak ettiği neticeyi alabileceği gibi, devletin de ferd karşısındaki hakkına riayet edici terazi dengesini görmek mümkündür. Yani bu misli görülmemiş buluşta, hiçbir demokrasyanın varamayacağı ferd hakkıyla, hiçbir totaliter rejimin ulaşamayacağı hükümet hakkı en ince ve adaletli şekilde bir aradadır.
BAŞYÜCELİK AKADEMYASI
İlim adamları, fen adamları ve sanat adamları zümresinden müteşekkil olan Başyücelik Akademya’sı, doğrunun, iyinin ve güzelin sonsuz arayıcılığı yolunda kadrolaşan ve üstün buluş hamlelerini gerçekleştiren bir yapıya sahiptir. Akademya’nın 3 ana kolu vardır: 1-İlim ve Tefekkür Kolu, 2-Fen ve Keşifler Kolu, 3- Edebiyat ve güzel sanatlar kolu.
Dünya çapında eser ve hüviyet sahibi asker, tarihçi, dinci, hukukçu, iktisatçı, içtimaiyatçı, terbiyeci, ruhiyatçı, riyaziyeci ve her soydan mütefekkir, akademyanın “İlim ve Tefekkür Kolu”nu şubelendirir. Keşif sahibi doktor, fizikçi, her neviden mühendis ve benzerleri de “Fen ve Keşifler Kolu”ndadır. Aynı üstün vasıflardaki şairi, romancıyı, piyes muharririni, tenkitçiyi ve güzel sanatların başka şubelerine bağlı sanatkârları “Edebiyat ve Güzel Sanatlar Kolu”nda bulabiliriz.
Başyücelik Akademisi, Büyük Doğu mefkûresinin beyin, fikir ve ruh ikliminin en üstün mücerret sahasını belirtirken, bu iklimin aksiyona, iş ve oluşa döküldüğü yer de Yüceler Kurultayıdır. Böylece Akademya, Yüceler Kurultayına girecek olan adaylar zümresinin fideliği mahiyetindedir.
Başyücenin saf irfan meselelerinde danışma çevresi olan Başyücelik Akademyasında âzaları başyüce tayin eder ve âzalar her türlü hayatî ihtiyaçları en iyi şekilde karşılanacak olan bir refah ortamında çalışmalarını sürdürürler, fahrî olarak atanacakları hocalık işinden başka görev kabul etmezler.
Ana gayesi her sahada mücerret ibda çilesi çeken insanları kadrolaştırmak olan akademyanın birinci hedefi; müstesna eserlere imza atan üyelerini emniyet altına almaktır. Bütün zaruri ihtiyaçları karşılanan üyenin biricik borcu da durmak bilmez bir şekilde eserin ve eserlerin en derin doğum sancılarını çekmek, eserini vücuda getirmek ve her ân bir öncekinden daha iyi, daha yeni olanı bulmaktır. Devletin kültür “erkân-ı harbiye”si makamında olan akademyanın resmi hükümet işleriyle alakası bulunmamaktadır. Akademya, Başyüceden alınacak emirler çerçevesinde çalışır veya ona takdim edilecek tasarılar üzerinde durur, görevleri arasında mili dil, ansiklopedyalar, dağıtılacak mükâfatlar, milli tarih, resmi irfan programları ve yetiştirme planları vardır.
Büyük Doğu idealinin örgüleşmiş olan incelikli prensiplerine uymak kaydıyla başyüceliğe ve yüceler kurultayına karşı da mesul olan Akademya bu mesuliyet dışında sonsuz bir serbestlik sahibidir ve memleket kültürünü devamlı olarak izleyen, yönlendiren, canlandıran, ölüm veya çalışmaya engel olacak bir durumla karşılaşmadığı müddetçe fikir, ilim ve sanat fatihliğine yönelten yapısı içinde ahlaki bir leke taşıyan kişilere yer yoktur.
Batıyı taklitten ibaret olan Tanzimat devrinde kurulan encümen-i daniş kurumu, Büyük Doğu mefkûresinin Başyücelik Akademyası karşısında insan ile maymun arasındaki farka denktir. Ve bu farka binaen de insanın ruhunu ve ruha bağlı kültür hayatını ekip biçmek, en nadide irfan meyvesini yetiştirmek bakımından Başyücelik Akademyasından daha keyfiyetli bir kurum bulmak mümkün değildir.
BAŞYÜCELİKTE İŞ ÖLÇÜSÜ
Başyücelik devletinde iş ve meslek sahasına girmeyen faydasız faaliyet şekilleri olamayacağı gibi, dilenciye, işsize, kaçağa, ahlak dışı tertiplerle kazanç sağlayanlara ve başkasının sırtından geçinmeye çalışanlara da yer yoktur ve gaye her ferdin sağlık ve yaş dolayısıyla ortaya çıkan menfi haller dışında, kendi kazanç ve emeğini verim sağlayan bir işe, mesleğe dayandırmasıdır.
İş bulamadığı, iş yapamadığı veya bir işte çalışmak istemediği için boşta gezen bir ferd birinci durumda “Düzenleme Vekaleti” yoluyla devletten iş isteyecek, ikinci durumdaysa aile himayesinden mahrum kaldıysa “Devlet Bakım Evleri”nde yaşayacak, üçüncü durumda ise kafasına vurula vurula iş ve meslek sahibi olmaya yöneltilecektir. Başyücenin oğlu bile olsa hiçbir ferd işsiz ve mesleksiz, baba mirasına dayanarak yan gelip yatma yolunu tercih edemez.
İş ölçüsü ve iş dağıtımını düzenleyen devlet organı, açık ve tabi yollardan bir mesleğe ulaşamayan ferdini maddi-manevi bir incelemeden geçirir ve onun yeteneklerine, mizacına göre amelelikten talebeliğe veya memurluktan rençberliğe kadar uygun olduğu meslek ve iş sahasına yerleştirmek, orada gelişmesini sağlamakla görevlidir. Bu durumda bir zamanlar işsiz gezen bir ferdin, azim ve çalışmayla ileride Başyücelik makamına kadar yükselme ihtimalinin yolu açıktır.
Maddi veya manevi yönden sakat olan ferdin bakacak kimsesi yoksa iyileşinceye kadar veya yaşayacağı ömür mühletince devlet hastanesi, devlet ıslahhanesi veya “Devlet Bakım evleri”nde en kıymetli bir misafir gibi bakıma alınacaktır. Cemiyetin çürük ve tortu kısmı, en şefkatli gizlenme ve bakılma örtüsü altında sokaklardan ve meydanlardan uzaktadır.
Devlet, çocuklara masal anlatma kabiliyetindeki ihtiyardan parmaklarındaki hassasiyet ile hasır iskemle örebilecek köre kadar herkesi kendi durumuna göre vasıflandırmakla görevli olduğuna göre, “Devlet Bakım Evleri” bu işleri yapabilenlere kapalıdır. Bu bakımdan devlet kendi incelikli teşkilatı ve irade mihrakını teşkil ettiği cemiyette aile ocaklarıyla sıkı bir bağlantıya sahiptir.
Aile ocağına sımsıkı bağlı olması gereken o ocaktan kaydığı ve kaydırıldığı nisbette de ebeveyne büyük mesuliyet yükleyici başıboş çocuk meselesinde ise devlet, bu tür çocukları ya onları evlat edinecek sıcak aile ortamına kavuşturur veya bizzat kendi müesseselerinde bu çocukları yetiştirir, hiçbir ferdinin başıboş ve niteliksiz kalmasına izin vermez.
BAŞYÜCELİKTE CEZA ÖLÇÜSÜ
Başyücelikte cezanın amacı öncelikle kişiyi suçtan namütenahi uzak tutmak ve asla yapılmaması gereken hareketlerin yapılamaz olmasını temin etmektir. Ferd, cezaya bakarak cezanın ne kadar ağır olduğunun şikayetinde bulunmayacak, o suçu asla işlememek ve cezaya müstahak olmamak yolunda bir hayat sürecektir.
Bizim cemiyetimizde ve devletimizde kasıtlı olarak adam öldürmenin cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde ve belli başlı mazeretler ve müdafaa vaziyetleri dışında istisnasız ölümdür.
Bizim cemiyetimizde ve devletimizde bile bile hırsızlığın cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde, istisnasız ve kayıtsız bir kolun kesilmesidir.
Bizim cemiyetimizde ve devletimizde fuhuş ve zina kökünden yasaktır. Fuhuş ve zinanın manası, gayri meşru şekilde kadınla erkek arasındaki cinsî birleşme ve sonra kadınla kadın ve erkekle erkek arasındaki aynı fiildir. Cezası da işleyenin evli, bekâr, rüşd sahibi olup olmamasına göre İslami hükümlerce fevkalade ağırdır. Fuhuş ve zinanın ortaya çıkmasına sebep olan bütün içtimai sebepler dibinden kazınacak ve içtimai çerçevede zuhur etmesine imkân verilmeyecektir. Bu fiilin cezasının verilebilmesi için ev içinin müşahedesi veya fiilin açığa vurulması gerekir ki bu da hemen hemen imkânsızdır. Cemiyetin alenilik planına vurulmayan ve gizli kalan fuhuş ve zina fiilinin cezası, bu fiile devlet, cemiyet, aile ve ferdde engel olucu maddi ve manevi her tedbirden sonra Allah’a aittir. Şüphe ve tahminle kimsenin evi aranmaz, hiç kimse takip edilmez, ev basılmaz. Başyücelik Devletinde resmi ve hususi tek bir umumhane bulunmayacaktır.
İnsan eliyle ceza, Allahın insanlara lütfettiği gizlenme örtüsünün yırtılması ve genel bir ibret temsil etmesi diye anlaşılacağına göre, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün cezaların gözler önüne serileceği ve ibret tablosu haline geleceği şehirlerin ana meydanında bir merasim işkencesi vardır.
Vatan ve davaya ihanet, içtimai emniyeti ve huzuru bozmak gibi Başyücelik Devleti üstün hâkimlerin elindeki takdir hakkı ile bir kalemde ölüme kadar yükselecek cezalardan, sokaklara tükürmek gibi çerden çöpten bedii suçlara kadar her fiilin bu meydanda görülecek hesabı vardır.
Bizim cemiyet ve devletimizin ceza ölçüsü, ferd, cemiyet ve dava hakkı, ahlak, terbiye, güzellik bakımından 10 kişilik oturma yerine 11 kişinin binmediği bir minibüsün, yolda giderken arkasındaki insanların ne yaptığına bakmayan edepli insanların çerçevelediği bir cemiyet ruhunu kurmaya mahsustur ve ferde değil cemiyete acıma esasına bağlıdır.
BAŞYÜCELİKTE UMUMİ MANZARA
Aynı meseleleri farklı bir üslupla ele alalım:
ŞEHİR: Ziynette tavuskuşu kadar süslü, sadelikte güvercin kadar berrak bir müşahhasa sahip olan büyük ve eşsiz metropoliste ferdin ve cemiyetin ihtiyacı olan her türlü müessese mevcuttur ve bu şehri dolduran ruhu ve fiziği mamur insanlar kadrosudur.
KÖY: Köylünün ruhundan başlayan şahsiyet ve imar ölçüsü aynı şekilde köyden tarlaya, elde edilen mahsüllerden fayda sağlanılan hayvanlara, öğretmeninden muhtarına kadar tam bir mükemmeliyet halkası şeklinde kendini gösterir.
MÂBET: Dışı en güzel estetik ölçülerine sahip, içi en temiz ve sade mekân olan mabette ibadet edenler vecd ve aşk dolu ruhlarıyla bir kubbenin altında saf saf dizilmişler ve birliğin en güzel sembolü olmuşlardır.
MEKTEP: Yediden yetmişe cemiyetteki bütün ferdlerin ahlak, terbiye ve usul gergefinde ruhlarının nakış nakış işlendiği, asıl yaratılış gayesinin her noktasını bilmenin şuurunda insanlar yetiştiren en ehemmiyetli eğitim tezgâhı.
YOL: Bütün bir memlekette her noktayı diğer noktaya bağlayan, hiçbir yeri ulaşılmaktan mahrum bırakmayan imar hareketi.
İNZİBAT: Memleketin her tarafında anne şefkatine eş bir üslupla emniyeti sağlayan birim.
ORDU: Saldırış ve korunuşun en ileri teklikle mücehhez, en üstün disiplinle vazife uğrunda gerçek ölümsüzlüğe koşmaya çekinmeyenlerin ahenk ordusu.
SAĞLIK: İnsanın her noktasında parıldayan sıhhatin dikkat ve şuuru.
GÜZELLİK: En şerefli mahluk olan insanı, kökündeki harikulade görünüşe ulaştırıcı tedbirler bütünü.
MAHKEME: Cemiyet içinde en küçük hak ölçüsüne kadar riayet eden ve Allahın elindeki mutlak adalet terazisinin emrinde çalışan mahkeme.
İŞÇİ: Sermayedarın hakkını yediği ve kokmuş Batı cemiyetlerinde nispetle ezilen işçi sınıfı, bizim cemiyetimizde en ahenkli adalet sisteminin emri altında olacak ve hakkı yenmediği için de ruhundaki iman ile kendini seve seve cemiyetin çalışma kolu olmaya adayacak bir yapıya gelecektir.
TÜCCAR: Nefsi menfaatin peşinde koşmayan, sermaye kuvvetiyle malı bir elden bir ele aktarmayan, hasis ve bâtıl tüccar tipinin aksine en helal yoldan istediği kadar kazanan ve her yıl kazancının kırkta birini devlet hazinesine veren ahlak timsali, paranın ona değil, onun paraya hakim olduğu tüccar tipi.
HAZİNE: Ferdin ve cemiyetin bütün dava ve ihtiyaçlarının hak ve adalet kasası.
POLİTİKA: inceler incesi ve uzun vadeli bir planın tezahürü olan ve önce kendisini sonra müspet bilgileri ve aletlerini benimseyip mahrum olduğu ruh planına ulaşmayı ve Batı ile hesaplaşmayı hedef tutan mefkûre.
KAFA: Ruhçu, ahlakçı, cemiyetçi, milliyetçi, şahsiyetçi, keyfiyetçi, nizamcı, müdahaleci, sermaye ve mülkiyette tedbirci…
RUH: İslam ve onun etrafında herşey…
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – KANUN
Başyücelik devletinde ana ölçümüze göre verilen cezanın amacı, ferdleri suç işlemeyi düşünmekten dahi alıkoymaktır. Buna göre belirlenen zorlayıcı sebepler dışında kasıtla hırsızlık yapanın kolu kesilecek, adam öldüren öldürülecek ve hakiki merhamet hırsıza ve adam öldürene değil, her an ruhu kesilen ve öldürülen cemiyete olacaktır. Hırsıza merhamet, gerçek merhamet değildir. Hırsızlık suçu yüzünden kolu kesilen ile bir kaza neticesinde kolunu kaybeden arasındaki fark bilinsin diye hırsızlık suçu yüzünden kolunu kaybettiğine dair bir işaret taşıyacak ve cemiyet içinde kendisine bakan gözlerden en büyük cezayı çekecektir. Hele ki devlet hazinesinin hırsızları fazla olarak taşıyacakları bir işaret ile suçlarının cezasını daha da çekecekler ve hırsızlıklarından sonra yaşayabilirlerse ölümden beter bir hayat süreceklerdir.
Mutlak küfrün cezası mutlak ölüm olduğuna göre, bütün vatan ihanetlerinin cezası, topluluğumuzun bağlı olduğu imana ihanet, yani küfür sebebine bağlanarak ölümdür. Başta komünizma olmak üzere, bu vatanı küfür ve dalaletin emrine verici her telakki ve teşebbüsün cezası, sabit olduğu anda idamdır. İhtikâr, sabotaj gibi her türlü içtimai ihanet, idam sehpasına sürükleyici suçlardır. Yol kesici ve eşkıya da idama götüren suçlar içindedir.
Ana ölçüye bağlı olan kanun ruhumuzun özü şudur ki, mefkûremizin cemiyet teşekkülünde rol oynayacak olan tek kadınla tek erkek kalıncaya kadar bütün toplum tırpandan geçirilecek ve bu hamleden sonra oluşan yeni cemiyetin üstün nizam ölçüsü karşısında uygulanacak olan kanun merhamet ve adalet timsali olacaktır. Aynen Hazreti Ömer’in bir serçinin ölümü karşısında merhametinden gözyaşlarını zapt edememesi ile suç işleyen oğlu bile olsa onu cezalandırmaktan geri kalmayan üstün adaleti gibi.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – ZEVK VE TERBİYE
Ahlak, terbiye ve zarafetin işlendiği bir ruhu davranışlara da nakşetmek davası güden bu emirler zinciri, Yüceler Kurultayından geçip kanunlaşan zevk, terbiye, güzellik hususlarını bütün insanların uygulayacağı bir sistem haline getirinceye kadar en sert zabıta ve içtimai müdahale tedbirlerini alacaktır.
Cemiyet içinde, sokakta, insanın olduğu her yerde hiç kimseyi rahatsız etmeyen, hiç kimsenin gözüne ve ruhuna batmayan, herkese hürmetkâr, maddesi ve manasıyla üstün insan ifadesine kavuşmuş şahısların dışında kalan bütün parazit ve kötülük belirten insanlardan zorla temizlenecektir. Büyük Doğu âleminin cemiyet kadrosunda rastgeldiği insanı tepeden tırnağa gözüyle süzen, hiçbir göz yasağı tanımayan, sokağa tüküren, yerlere çöp atan, edepsiz ve laubali tavır takınan, her yerde itişip kakışan, nefs gemisini kurtarmak amacıyla toplum ahengini ve düzenini bozan, düzensiz, pis, hippi tarzı kılık ve kıyafetiyle başıboşluğu canlandıran ve içtimai birliği bozan, kısaca terbiye, edep, zevk, mana, muaşereti görgü, güzellik ölçülerini zedeleyen her türlü eda, tavır, hareket ve biçim sakatlığını temsil eden hiçbir fert bulunmayacaktır. Bu menfi kalıpta olan bir ferd, derhal yakalanacak ve bu çirkin hareketleri kökünden kesici kuvvette bir terbiye,, zevk, görgü ve güzellik dersi verilerek bir cezaya çarptırılacaktır. Bu mevzuda en küçük bir menfiliğe bile müsaade edilmeyecek ve suçlunun tespiti için iki tarafsız şahit kâfi olacaktır ve hâkimlerin huzuruna çıkarılan suçlunun durumu yarım saat içinde neticelenecek be cezası verilecektir.
Ruh kökünden koparıldıktan sonra bin türlü edepsizlik, görgüsüzlük, nezaketsizlik bataklığa batan cemiyeti bu halinden kurtarmak, en üstün terbiye, zevk ve güzellik ruhunu davranışlara kadar sirayet ettirmek, haysiyetli bir inkılabın, ilk ve son şartıdır.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – KUMAR
Herhangi müspet iş ve emek olmaksızın, muhtelif alet ve vasıtalarla tesadüfe dayanarak para karşılığı oynanan oyun olan kumar ve kumar kapsamına giren bütün faaliyetler ( piyango, at yarışları, toto, bahisler vs.) yasaktır. Kumarın başlıca aletleri olan iskambil kâğıdı, zar, rulet, tombala ve ayrıca kumar oynamaya ait bütün aletlerin üretilmesi, satılması, satın alınması, saklanması, yabancı ülkelerden ithal edilmesi kesinlikle yasaktır. İthal eden, satan, satın alan, oynayan, oynatan ve hatta zabıtaya haber vermeyip seyreden herkes kumar suçuna bulaşmıştır ve hepsinin kendine göre tatbik edilecek cezaları vardır.
Bu kanun yürürlüğe girdikten itibaren 3 gün içinde her ferd ve müessese, elindeki kumar aletlerini en yakın polis karakoluna teslim edecek ve bir daha kumar aleti almayacağına dair taahhütname verecektir.
Kumar oynatan kulüpler ya kapanacak veya kumardan sıyrılıp içtimai hizmetler kapsamına giren bir yer hâline gelecektir.
Miskinlik ve kumar yatağı olan kahvehanelerde de kumarla alakası olsun veya olmasın, hiçbir oyun aletine izin olmayacaktır.
Her yönden dokunulmazlığı olan evler, kumar mevzuunda resmi bir izine gerek olmadan teftiş edilebilirler. Memurların araştırması neticesinde suçsuz olduğu tespit edilen evin reisi, hükümetten maddi manevi zararların karşılanmasını talep edebilir.
Evde kumar oynanıyorsa, kumar oynayanlar kadar evde bulunan diğer ferdler de kumar oynayanlar kadar suçludur.
Hapishane, mektep, kışla, hastane gibi resmi topluluk mekânlarında bu mekânların yöneticileri kumar oynanmaması için en sıkı tedbirleri alacaklar ve eğer bir kumar oynayan yakalanırsa, oynayan ve oynatan kadar suçlu kabul edileceklerdir.
Memleketten bu suçu kazımak için, kumar fiilini herhangi bir yerde oynandığını görüp de ihbar etmeyen oynamış gibi suçlu sayılacaktır.
Kur’a şekline dayanan hediye vermeler, karşılıksız hibe şeklinde kaldıkça kumardan sayılmaz lakin katılanlardan belli bir miktar para toplayıp da bu paraları kur’a neticesinde birine vermek tam bir kumardır.
Kumar fiiline her hangi bir şekilde karışan ferd, cezasını çekmeye gönderilmeden önce, bulunduğu yerin halka açık mekanında sabahtan akşama kadar göğsünde “Türk ahlak inkılabının 1 numaralı haini, kumarbaz!!!” yaftasıyla teşhir edilecektir.
Kumar suçunu devamlı olarak tekrarlayanlar, vatandaşlıktan çıkarılır, sınır dışı edilir ve memleketteki bütün hak ve mülkiyetlerinden mahrum edilir.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – İÇKİ VE ZEHİR
Bu emrin yürürlüğe girdiği andan itibaren sarhoşluk verici her türlü içki, uyuşturucu ve keyiflendirici zehir tamamen yasaktır. Sarhoş eden içkiler içinde şarap, rakı, viski, gibi bilinen ve bilinmeyen her türden başka en hafif likörler ve bira da vardır. Çoğu sarhoşluk veren içkinin en küçük zerresi de haram ve yasaktır.
Uyuşturucu ve keyif verici maddelere esrar, afyon, kokain, eroin, eter ve bu gibi maddelerin hepsi dâhildir. Ana ölçü: “Sekir verici her şey haramdır “ mealindeki hadisi şerifin dairesi içindedir. Devlet teşkilatında sarhoşluk ve keyiflenme fiiline yardımcı her şey yasak olduğu gibi, bu gibi maddelerin tıbbi kullanımlarını istismar eden ve kötüye kullananlar ölüm cezasına yakın bir suç içindedirler.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – ZİNA VE FUHUŞ
Vatan sınırları içinde zina ve fuhuş her türlü şekliyle yasaktır. Bu fiilin işlenmemesini sağlayacak tek vasıta ise ferd ve cemiyet çapına yayılan İslam telkin ve terbiyesidir.
Toplum içinde mahremiyet belirten mekânlarda birbirine karşı mahrem olan hiçbir çift bir araya gelemez. Bu mekânlar otel, hususi vapur kamaraları, yataklı tren kompartımanları ve benzerleridir. Ferdî zinaya karşı devlet müdahalesi ancak bu fiilin cemiyete sarkması nisbetinde olabilir. Suçunu Allah ile kendi arasında bırakan ferd, peşin bir şüphe ile teftiş edilemez, iz göstermeyeni arayıp bulmak devletin görevi değildir. Asırlar boyunca yanlış anlaşılan İslamî ölçünün hakikati budur ve bizde şüphe üzerine ev basmak yoktur.
Bu emir uygulanmaya başladığı andan itibaren bütün fuhuş müesseseleri derhal kapatılacak ve bu işin mensupları kamplarda toplanacaktır. Bu kamplara fuhuş yapan kadınlar da sevk edilecektir. Kamplara uygulanacak olan muamele ayrı bir emir mevzuudur.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – FAİZ
Faiz, bizim cemiyetimizde her şekliyle yasaktır ve kökünden kazınmıştır. Bu yasağa aykırı bir davranış ana davaya ihanet suçuyla cezalandırılacaktır.
Faizin tarifi şudur: umumiyetle borç olarak alınan ve verilen herhangi bir şeyin, mislinden fazla olarak iadesini peşin bir anlaşma ile iki taraf arasında kararlaştırmak ve bu kararı yerine getirmek. Dini ismi ribâ olan faiz fiili, bugün en ileri cemiyet görüşleri ve iktisadi prensiplerince ezici sermayenin içtimai sınıfları sömürmesi ve oturduğu yerde kendisini besletmesi diye anlaşıldığına göre, bizim her hakikati ezeli bir kıdemle çerçeveleyen ana ölçümüzün hikmeti daha kuvvetle kavranabilir.
Komşusuna ödünç olarak bir tas pirinç verirken yerine bir buçuk tas pirinç isteyen bir insanın hareketi faiz mefhumunun tâ kendisi olmasına karşılık, bir tas pirince karşılık bir tas pirinçten başka isteği olmadığı halde karşılığında hediye olarak ve evvelden bilmeyerek bir çuval pirinç alan insanın faizle en küçük alâkası yoktur. Doğrudan doğruya ticaret ve meşru kâr ise hudutsuz manada serbesttir.
Bankaya yatırılan paralara karşılık da hiçbir faiz alınmayacağı gibi, bankalardan alınan paralara karşılık olarak ancak “masraf karşılığı” ve “iştirak payı” adıyla belli miktarlar verilecektir.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – KAHVEHANE
Memleketimizde kahvehanelerin zararı, belki meyhanelerinkinden beterdir. Zararsız gibi duran bu tembelhaneler köyden şehre kadar her yerde kapatılacaktır.
Mekânın ismi ne olursa olsun, başıboşların toplandığı her yer şüphelidir ve derhal kapatılma emri verilir.
İşsiz olup da tembel gezen veya faydasız iş yapan kişi, cemiyettin kıymetini çalan ve enerji israfı yapan bir hain mevkiindedir.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – KÜLHANBEYLİK
Külhanbeylik, devlete ve cemiyet nizamına karşı ferdî ve zümrevî bir isyan ifadesi ve bu ifadenin çerçevelediği zorbalık tavrıdır. Yeniçeriliğin bozulması üzerine meydana çıkmış ve yeniçeri ocağı kapatılınca bu hâl halk kitlelerinden geçerek sivil bir kılığa bürünmüştür. Her türlü düzene karşı riayetsizlik olan külhanbeylik, efelik ve bu manaya işaret eden her türlü hâl, kökten kazınacaktır. Külhanbeyvâri giyinmek, tavır takınmak, ağız kullanmak yasaktır. Bunların uzak ve yakın benzerleri yakalanarak halk huzurunda cezaları verilecek, toplumdan kazınana kadar en ağır cezalar verilecek ve devlet tarafından adam edileceklerdir.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – VATAN DIŞI
Bu emirle beraber Türk vatanının sadece Müslümanlar ve Türklerden ibaret bir yer haline gelmesi, hain, zalim ve fesat unsurlardan temizlenmesi için her tedbir alınacaktır.
Temizlenecek başlıca hain ve zalim unsurlar dönmeler ve Yahudiler.
Onlardan sonra, hıyanet tabiri kullanılmasa da din ve ruh aykırılıklarından dolayı Rumlar ve Ermeniler ile ufak tefek topluluklar da iklimimizden uzaklaştırılacaklardır.
Sayıları az olmasına rağmen Türk servetinin önemli bir kısmını elinde bulunduran dönmeler, bütün mal ve mülklerine el konulmuş, kendilerine sadece bir yıllık geçim imkânı bırakılmış olarak topluca sınır dışı edileceklerdir. Dönmelerin tarih boyunca göstermiş oldukları yıkıcı faaliyetler bu muamelenin sebebini gösterecektir.
Yahudiler ise hiçbir şeyleri alınmadan sınır dışı edileceklerdir.
Rumlar, Ermeniler ve ufak tefek topluluklar da, ait oldukları toplulukların devletlerine veya istedikleri başka bir devletin himayesine geçecekler ve servetlerine dokunulmayacaktır.
Servetlerini yanında götüren yabancı unsurlar Türk vatanı içinde gayrimenkul sahibi kalamayacak, bunların kıymeti devlet tarafından onlara ödenerek satın alınacaktır.
Türk vatanını hain ve zalim unsurlardan temizlemenin ana ölçüsü: “Ya bizden ol, ya bizden ayrıl” olacaktır. Bizden olması isteği peşinen reddedilecek yegâne sınıfın Yahudi olması, dönmelerin bizden olduğu vehmini vererek aslında bizden olmadığını asırlar boyunca göstermiş bulunmasındandır. Rum ve Ermenilerin bizden olmaları imkânsız değildir, samimiyetle sevk ve idaremize gören her Rum ve Ermeni bizden olur.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – SİNEMA
Batı dünyasının hain bir ticaret gayesiyle bütün pisliklerini kare kare cihana yayan ve tek karesi atom bombasından daha tehlikeli olan cinayet, hırsızlık, rezalet, fuhuş, macera ve başıboşluk filmleri kat’i olarak yasaktır ve yerli yabancı bütün sinema filmleri devletin denetimindedir.
Amerika ve Avrupa’dan alınan filmler, ancak içtimai, ruhi, ahlaki, talimi, bedii bir fayda taşıması ölçüsünde kabul edilir. Yerli ve yabancı filmlerde en küçük menfi tesir yayanlar hususi heyet tarafından yasak edilecektir. Büyük Doğu inkılâbı, sinema şubesini de bizzat himaye ve teşvik edecek, davanın en dokunaklı telkin kürsülerinden biri olarak sinemayı her kötülükten ayıklayıcı ve her iyilikle baştanbaşa kurucu, yepyeni bir buluş ile ihya edecektir.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – DANS
Yabancı bir erkek ile yabancı bir kadının cemiyet içindeki dansları, alenî ve içtimaî bir zina nazariyesinden başka bir şey değildir. Ve dans fiiline dayanılarak memleketimizde yayılan balolar, barlar, diskotekler, gece klüpleri kökünden kazınacaktır.
Karısını ve kızını yabancı bir erkeğin kollarında nazari ve aleni bir zinaya terk eden erkek, bizim anlayışımıza göre bir fuhş ajanından daha aşağılıktır. Bizim cemiyet ölçümüzde dansla göz önünde zinanın birbirinden farkı yoktur.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – PARAZİTLER
Kokuşmuş cemiyetlerin bir unsuru olan dilenci, Büyük Doğu mefkûresinde kendine yer bulamayacak ve dilencilik yapan kişi hemen yakalanarak ıslah edilecek ve insana yakışır bir faaliyete yönlendirilecektir. Gerçekten çaresiz bir insanın gözlerin görmediği bir yerde Allah için birinden isteyeceği yardım müstesna olarak her türlü dilencilik şekli yasaklanacak ve şiddetli takibe uğrayacaktır. Dilenci kılığı bile parazitliğin bir işaretidir ve takip mevzuudur. Çocuklarını ve ailesindeki masum insanları dilenci olmaya iten anne ve babalar, çocuklarının hayatına kıymış olmak derecesinde cezalandırılacaklardır.
Parazitlerin başka bir kolunu oluşturan işsizler, serseriler ve evsizler hemen yakalanarak devlet teşkilatına iletilir ve sahipsiz çocuk, murakabesiz genç, mesleksiz şahıslar da hemen devlet tarafından sahiplenilerek bir mesleğe memur edilirler.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – HEYKEL
Bizde, fanileri putlaştırmak ibaret olan heykel yoktur. Toprak altında çürüyüp gitmiş şahısları taş halinde dondurmak olan heykel, İslamdaki yasağıyla birlikte bizim güzellik ve doğruluk ölçümüze sığmayacak bir komiklik ve çirkinliktir.
Bir fikre bağlı olmak yerine, fani şahıslara bağlananlar, o fani şahıs öldükten sonra içine düştükleri başıboşluğu heykel dikerek gidermeye çalışırlar ve o heykelin cansız gözlerinden teselli ve yardım umarlar. Hâlbuki bizde taş ve tunç kütleleri, mücerredin manasını nakşeden muazzam abidelerdir. Madde ile gerçekleştirilen süs ve sanat mücerret çizgileri ile meydana çıkar. Şahıslara değil fikirlere bağlı olan biz, şahsın heykelini dikmeyiz, fikrimizi ve gayemizi müşahhas alanda tunca, mermere ve her yere nakşederiz.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – MATBUAT
Bu emrin yayınlanmasından sonra, Matbuat hürriyeti maskesi altında hayvani, nefsani, şeytani cepheleriyle iman ve ahlak çürütücü her yazı yasaktır. Bu yasağa kitap, gazete, dergi, broşür, afiş türünden basın dünyasına dair her şey dâhildir. Bu yayın organlarına yayınlanan yazıların hepsi neşredilmeden önce devletin süzgecinden geçecek, denetlenecek, tasdik edilecek ve ancak ondan sonra halka sunulacaktır.
Diktatörlük rejimlerinde matbuat hürriyetine tahammül yoktur ve amaç diktatörü korumaktan ibarettir. Hak rejimde ise matbuat hürriyetinin ruh ve cemiyet sahasındaki zararlarını engelleme gayesiyle birlikte mukaddes ve münezzeh manalar korunmak kaydıyla şahıslar tamamiyle açıktır. Aynı fikir ve iman bütünü içinde bize zıt ve yanlışlarımızı düzeltici herşey söylenebilir ama “bütün”e dokunulamaz.
Matbuatı bir baştan öbür başa kontrol altında tutacak olan sistemimiz, gün gelip de ideal cemiyet doğduğu zaman evlerin kapısının kilitlenmesine bile gerek kalmayacak safiyet ve keyfiyete ulaştığı vakit, matbuatın kilitleri de sökülecektir. Bu gün gelinceye kadar ise, masona, Yahudiye, komüniste, materyaliste, züppeye, şahsiyetsize, hayvani ve nefsani temayüllere karşı matbuatımızı açık bırakmayacağız. Küfür ve dalalet davranışlarına karşı bir korunma sağlanması için bu mevzuları hakkını vererek ortaya çıkarıp, aydınlatarak anlatacağız.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – YİNE BASIN
Büyük Doğu nizamında matbuat, cemiyetin ahlak ve iman ölçülerine yüzde yüz bağlıdır ve bunlara aykırı tek nokta ihtiva etmez. Başıboş demokrasilerde olduğu gibi fikirsiz cümleden, faydasız yazıya kadar her türlü mide gurultusunu neşretmek yasaktır. Sanat bahanesi ile bir kadının dizini göstermesinden bir sövme kelimesine kadar İslami ahlak, edeb ve terbiye dışı unsurlara tahammül yoktur. Bizde basın, Hazret-i Ömer’e devamlı olarak “Allah’tan kork yâ Ömer” diyen Müslümanın icraatine eştir. Matbuat, cemiyeti has fikirle besleyecek, hakiki sanat ile zevklendirecek ve dünyevi-uhrevi çizgide Müslüman için ehemmiyeti haiz mevzuları derk ettirmek gayesinde olacaktır. Cemiyetimizde sözü ağza tıkamak, fikri vicdana hapsetmek, bir kötülüğe şahid olunduğu halde onun ortaya çıkarılmasını engellemek diye tarif edilecek sansürden eser yoktur. Bizim cemiyetimizde sansür manevidir ve imanımız ruhumuzu denetleyen biricik unsurdur.
Hükümeti tenkid ve teşhire tabii tutmak mümkündür, lakin isnadını ispat edemeyen iftira atmış bir konuma düşer ve gereken cezayı alır.
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ – RADYO
Milyonlara seslenen radyo eğitici ve eğlendirici iki şubesiyle birlikte davamızın en tesirli silahlarından biridir. Eğitici olan şube gün boyunca faaliyet gösterecek ve din ile genel kültr etrafında iki dala ayrılacaktır. Din dalında İslamın zahir ve batını olan şeriat ve tasavvuf çizgi çizgi, renk renk bütün hüküm ve hikmetleriyle bir vecd, zevk ve irfan demeti halinde sunulacaktır. Radyomuzun eğlendirici şubesine kadar hakim olan Kuran ruhu ve ahlakı, kendine aykırı, edeb dairesini aşan tek bir sesi mikrofonlarından duyurmayacaktır.
Genel kültür dalında ise sanat, edebiyat, tarih, siyaset, hukuk, iktisat, felsefe, hikmet, fen, müspet bilgiler, ordu, kahramanlık, çocuk, gençlik, köylü, işçi bölümleri en cazibeli ve sanatlı şekilde radyodan sunulacaktır. Kısaca radyo, cemiyetin her sahasında yaşayan bütün ferdler için yaşanmaya değer hayatı öğreten bir mektep olacaktır. Ve televizyon göze hitap ederken, radyo bu işin kulağa hitap eden cephesi olacaktır.
İdeolocya Sınıfı / Reyhan