Şiirin Kartalı İdi

ŞİİRİN KARTALI İDİ

Mehmed Niyazi ÖZDEMİR

Aramızdan ayrılalı yirmi üç yıl olmuş, günler nasıl da akıp gidiyor. Değişik, üstün vasıflara sahip Necip Fazıl’dan söz edince, ilk önce akla mutlaka şiir gelir.

Eskiler şiirde şu üç özelliğin bulunması gerektiğini söylerlerdi: “Gür bir ses, keskin bir ifade ve hayaller belirgin olmalıdır.” Bu üç özelliği de şu dörtlüğünde ne kadar canlı müşahede ediyoruz:

Hangi hissin parmağı dokundu ki derine
Düştü gizli bir alev salkımı içerine
Hangi kâbus bastı ki seni uykularında
Birdenbire cehennem kaynadı sularında

Fakat Necip Fazıl’ın şiirine bakarken, bunlara ilaveten başka özellikleri de görüyoruz: Metafizik ürperti, yakıcı hayal, kuşatıcı hassasiyet ve çileli tecrit.

Şiirindeki ahenk madeni bir hassasiyet, mekanik bir kimlik çağrıştırmaz; ruhî bir derinlikten gelir. Ruhî sıkıntıları, bunalımları sayısız şair ele almıştır; fakat diğerlerininki genellikle sosyal sebeplere bağlı kalırken, Necip Fazıl’ınki daha çok metafizik bir mahiyet taşır. Gerçi o da sosyal problemlerin dışında kalmamış, yeri gelince, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak / Haykırsam kollarımı makas gibi açarak” diye seslenmiştir. Ama ondaki ağırlık, bütün büyük sanatkarlar gibi ferdî ve metafizik konulardadır. Emsaline az rastlanabilecek kadar üstün bir sezgiye sahip olduğundan içinde bulunduğu şartları en vurucu şekilde anlatabilecek sembolleri yakalıyor, gerekli atmosferi oluşturmak maksadıyla çarpıcı benzetmeler yapıyor.

Güçlü bir estetiğe, kuvvetli bir şiir tekniğine sahiptir. Kelimeleri kılıktan kılığa sokar, onlara takatlarının çekebileceği benzer anlamlar yükler. İmaj konusunda ise hemen hemen tüm şairlerden ayrılır. Diğerleri imajlarla şiirlerini süslemek amacını güderlerken o imajları fonksiyonlu hale getirir; onları şiirindeki etkiyi artırmak için kullanır.

Bizdeki şairlerin tümünden farklı olarak o felsefe ve düşünceyi şiire sokmuştur. İnsan ona göre evrenin mihrabıdır; nasıl evrenin sırrı çözülmez, çözdük sandığımızın altında yeni bir sırla karşılaşırsak, zübde-i âlem olan insan da onun gibidir. Adeta gizli düğümlerden oluşmuştur. Şu dörtlük kadar hangi beşerî söz bu gerçeği ifade edebilir:

Ne yalanlarda var, ne hakikatta
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim yok tabiatta
İçimdeki kadar iniş ve çıkış

Günümüzün seçkin şairlerinden Sedat Ümran onu şöyle değerlendirir: “Necip Fazıl ile ilk kez on dokuzuncu yüzyılın yaşantı (itiraf) şiiri aşılmış ve Modern Türk Şiiri tamamlanmıştır. Tevfik Fikret’le başlayan, ama derinlikten yoksun olan Avrupai Türk şiiri, Cenap Şehabeddin ile şuh bir kılığa bürünmüş, Haşim ve Yahya Kemal ile tabiatlaşmış, Necip Fazıl ile tepe noktasına ulaşan bir kimlik kazanmıştır.”

Necip Fazıl’ın bütün yeteneklerini göz önünde bulundurursak, onun fani âlemimize şair olarak ayak bastığını görürüz. Bu demektir ki ruh dünyası sık sık bombardımana tutuluyordu. Bir de ömrünü verdiği bir ideali vardı; bu ideal ona çileli bir hayat sunuyor, onu mahkemelere sürüklüyordu. Şair olarak doğması iç, yalınkılıç “İslam” demesi dış sarsıntılarına sebep oluyordu. İçeriden ve dışarıdan sarsılan bir insanın yetmiş dokuz yıl ayakta kalması olağanüstü bir durumdur. Bu ayakta kalışını inandıklarına ölümüne sarılmasında aramak gerekir. Bir insan ne kadar inanırsa inansın, nihayet et ve kemikten ibarettir; onların da dayanma gücü sınırlıdır. Ömrünün son yıllarında artık o kükreyen bir Necip Fazıl değildi; yönünü tamamen ahirete çevirmiş, hayatını ona veren, bütün sevgilerinin ve buğzlarının kaynağı olan Rabb’ine ve Resul’üne “Artık geliyorum.” diyor, ardında bıraktıklarına “Beni de Allah ve Peygamber divanesi olarak hatırlayın.” cümlesiyle veda ediyordu.

Şiirden, sanattan zerre kadar nasiplenmiş herkes onun zirve olduğunun farkındadır. Siyasi mülahazalardan, ideolojik sebeplerden dolayı onun büyüklüğü ancak mecbur kalınınca teslim edilmiş, o da en fazla kulaktan kulağa fısıldanmıştır. Kim ne derse desin, hangi gerekçeyle görmezlikten gelinirse gelinsin, onun kadar etkili bir şairi, son dönemlerde bu topraklar görmedi. Onun sanatı ve düşüncesindeki derinlik, sevenlerinin ve düşmanlarının ruhlarına sinmiştir. Bu ufuklarda kalıcı savrulan her çığlıkta onun damgası sezilmektedir.

Mehmed Niyazi

(Zaman Gazetesi,29 Mayıs 2006, Pazartesi )

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.