Üstad, Çağdaş Edebiyatımızın Yüzakı
NECİP FAZIL’I YAZAN MUSTAFA MİYASOĞLU:
‘Üstad, çağdaş edebiyatımızın yüzakı’
Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında denilebilir ki hakkında en çok konuşulan ve yazılar yazılan bir şair ve yazarımızdır. Necip Fazıl Kısakürek hakkında son bir yıl içinde hayli yayın yapıldı. Son olarak, onun çevresinde bulunmuş günümüz yazar ve şairlerinden Mustafa Miyasoğlu’nun eseri yayımlandı: Necip Fazıl Kısakürek. Üç bölümden oluşan 167 sayfalık eserin arka kapağında şunları okuyoruz:
“Necip Fazıl Kısakürek, şiiri ve düşüncesi kadar, dünya görüşüne bağlı mücadelesi ile de dikkatleri üzerine çekmiş ender şahsiyetlerden biridir. Çağdaş edebiyatımızın yüzakı olan eserleri ile dünyaya bakış tarzı, ölümünden sonra ilgi çekici incelemelere konu olmaktadır. Orjinal eserleri ile nev’i şahsına münhasır kişiliği de buna imkân vermektedir. Bu kitap, böylesi bir çalışmanın ilk örneklerindendir.
‘Gaiplerden bir ses’in cazibesine kapılarak bir ömür sanat ve iman mücadelesi veren Necip Fazıl Kısakürek üzerine bir deneme…. Beklenen sanatkârdan Sultan’uş Şuara’ya büyük şairden, büyük mütefekkir ve üstün sanatkâra yürüyüşün hikâyesi…. Kahraman ahlakını yepyeni bir neslin Özlemi haline getiren, iman ve aksiyonu ile büyük yankılar uyandıran Necip Fazıl’ı ve ölümüyle milli bir sembol oluşunu anlatma çabası…..
Bu kitap, destanlık bir mücadelenin gerisindeki şahsiyete ve eserine yaklaşma denemesi olarak ilktir ve yıllarca süren bir hazırlığın ürünüdür. Onun oluşturduğu çevrede eser verenlerden olan Mustafa Miyasoğlu, üstadı anlatan bu kitabında, bir sanat ve kültür hareketini de aydınlatmaya çalışıyor. Bu yönüyle öteki derleme ve incelemelerden ayrı bir tutum ortaya koyuyor.”
Eserle ilgili olarak görüştüğümüz Mustafa Miyasoğlu Büyük Doğu’ nun öncüsü merkezli sorularımızı cevaplandırdı:
Okuyucular Mustafa Miyasoğlu imzasını şiirleri, romanları, deneme ve hikayeleriyle tanıyor. Son eseriniz Necip Fazıl Kısakürek ise biyografik türde bir eser…. Niçin bu türe yöneldiniz ve neden Necip Fazıl Kısakürek?
Bu kitap bir tür endişesiyle yazılmadı. Necip Fazıl’ı anlatmayı istedim. Onun kültür hayatımızdaki yerini, aksiyonunu, şahsiyetini, eserini ve tesir çevresinin genişliğini anlatmak istedim. Bu yüzden kitaba bir biyografi değil de, monografi demek daha doğru olur sanıyorum. Şimdi bu haliyle kitap, üç bölümde sözünü ettiğim şeyleri anlatıyor. Biyografisini şunun için yazmadım: Necip Fazıl, onu en az altı eserinde çok canlı ve güzel bir tarzda anlatmış.
Bu eserler hangileri?
Babıali, Aynadaki Yalan, Kafa Kâğıdı, Bir Adam Yaratmak, Cinnet Mustatili, O ve Ben… Elbet bunlar tam anlamıyla alışagelen biyografik eserlerden değil. Her biri ayrı türlerde yazılmış sanat eserleri… Bu otobiyografik eserler Necip Fazıl’ın çeşitli dönemlerinden hayatının, basın, hapishane ve özel kesimlerinden çok canlı bir şekilde kesitler sunmaktadır. Bu hayatı ondan daha iyi yazmaya kalkacak kimse olduğunu sanmıyorum. Çünkü Üstad her alanda olduğu gibi özellikle kendi hayatında, kendisinden başkasının tasarrufuna kolay kolay izin vermeyen muhteris bir şahsiyetti. Ve sade şairliği “cüce” bir iş görerek büyük sanatkârlığa talip oldu. Bu anlamda büyük sanatkâr yüzyıldan beridir “beklenen sanatkar”di.
Necip Fazıl beklendiğini bilen ve bunu söyleyen, büyük sanatkârın öneminden sözeden ilk şahsiyetti. Ve kendisi “Beklenen Sanatkâr” oldu. Monografimiz Necip Fazıl’ın kırk yıllık gelişimini anlatırken, esasen ölümünden elli yıl önce yazdığı “Kop Dağında Bir Dükkân” yazısında sözünü ettiği kimliğe ve kişiliğe sonuna kadar sadık kalmasını ve kırk yıl boyunca bu şahsiyetin mücadelesini anlatmaktadır.
Her ünlü insan gibi Necip Fazıl hakkında da bir hayli konuşuldu yazıldı. Siz onun yakın çevresinde bulunmuş biri olarak şahsiyetinden bahseder misiniz?
Necip Fazıl’ı tanıyan insan sayısı çok fazladır. Ben de onu tanıma bahtiyarlığına erenlerdenim. Bunun bir avantaj olduğunu kabul etmek gerekir. Ama bir tehlike de sayılabilir. Onu tanımak, onun çoğu kez belli bir dönemdeki bir davranışından etkilenmek şeklinde tezahür ediyor. Ve dolayısıyla Necip Fazıl’ı bütün olarak tanıyamamış olursunuz. Elbet objektif bir hüküm veremezsiniz hakkında. Çoğu kişi Necip Fazıl’a ait espriler, öfkeler, polemikler ve çarpıcı artistik tavırlar hatırlıyor. Halbuki bunlar onun eserini anlamaya hiçbir zaman imkan vermez. Necip Fazıl ve eseri bu tavırların ötesinde bir kimlik ve kişiliktir. Önceleri şahsiyet mücadelesi, sonra kalite kavgası, sonra da iman mücadelesi ortaya koymuş bir şahsiyeti anlık ve günlük ilişkiler içerisinde anlayabilmek mümkün değildir.
Bunu biraz daha açar mısınız?
Necip Fazıl’ı konferanslarda tanımak, bizim nesil ve sonrası için büyük bir bahtiyarlık olmuştur. Daha sonra zaman zaman evine ve bürosuna giderek üstadı dinlediğimiz günler oldu. Onun çevresiyle münasebeti hiç kimseye benzemezdi. Bir kişinin karşısındayken, bir milletin karşısındaymış gibiydi. Onun huzurunda olmak insanı gerçekten müthiş yorardı. Bir saat yanında bulunan adam iki üç saat yorgunluğu çekerdi. Sanki yüksek gerilim hattına tutulmuş gibi bir zaman kendinize gelemezdiniz.
Günümüzde büyük insan kavramı artık orta malı hale gelmiştir. Herkes büyük insan oluyor. Belli bir yaştan sonra armağanlar alıyorsunuz, komisyonlara giriyorsunuz, törenler düzenleniyor ve gençlik sizin hakkınızda iyi şeyler söylüyor. Büyük insan gibi sıfatlarla anılıyorsunuz. Elbet bu sıfatlarla kim anılırsa büyüklüğüne kendisi de inanır. Necip Fazıl büyüklüğünün şuurundaydı. Başkalarının söylemesine gerek yoktu. Onu kendisi kadar öven ve yeren pek kimse çıkmamıştır.
Şimdi biz ne yaptık bu kitapla? Necip Fazıl’ın kendisini en iyi anlatan kişi olduğunu söyledikten sonra onu anlatmaya kalkışmak gerçekten tuhaf bir iştir. Ben bu çelişkili tuhaflığı kitabın her safhasında yaşadığımı söyleyebilirim. Ama birşey vardı, bunu ben sorumluluk olarak anlıyor ve ifade ediyorum. Ki Necip Fazıl bize Allahın bir nimeti idi. Bunun şükrünü eda etmemiz ve ona olan vefa borcumuzu ortaya koyarak eserlerine dikkati çekmemiz gerekirdi. Ben bu kitapta o büyük eserin gerisindeki şahsiyeti ve onun bize olan etkisine dikkati çekmek istedim, o kadar.
Eserinizde “hiç bir Türk sanatçısı hakkında, onunla ilgili yazılan ve söylenenler kadar yazı yayımlanmamıştır” diyorsunuz…
Evet, Necip Fazıl her zaman büyük alakalar çekmesini bilmiştir. Yaşadığı dönemlerin hemen hepsinde Necip Fazıl ne diyor gibi, onu tanıyanlar nezdinde bir endişe varolmuştur.
Hayatının son döneminde bu endişe arttı herhalde… Gençliğinden beri bu özelliğe sahip. Yirmi yaşından beri onu tanıyanlar böyle söylüyor. Her dönemde dikkati çeken bir kimliği var. Onu tanıyanların “O ne diyecek” endişesi, “Üstad görürse, duyarsa ne der” kaygısı çok kişi tarafından bilinir. Necip Fazıl İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yazdığı yazılarda o kadar isabet kaydettirmiştir ki bazı okuyucular neredeyse kâhin diye söz etmeye kalkmıştır. Demek ki bu isabet yalnız küçük bir çevreyi içine almıyor. Bazen bütün dünyayı ilgilendiren hadiseler hakkında da kuvvetli sezgileriyle kavradıklarını ifadeden kendisini alamıyor.
Necip Fazıl’ın bir de gazetecilik yönü var…
Evet, Necip Fazıl şair ve tiyatro yazarı olduğu kadar gazeteci ve politikacı idi de. Bunun politikacılığı ve gazeteciliği günlük endişeleri ve çıkar hesaplarını aşıyordu. Menfaat hesabıyla yapmadığı için öldüğünde menkul ve gayrı menkul hiç bir şeyi yoktu. Sadece eserleri, mücadelesi ve yetiştirdiği nesiller vardı. Bu bakımdan onun gazeteciliğini, mesela Abdi İpekçi’nin, Burhan Felek’in, Refi Cevat Ulunay’ın ve Yunus Nadi’nin gazeteciliğinden başka türlü düşünmek lazımdır. Simavi ailesi ‘fikri öldüren’ bir basın tröstü oluştururken, Necip Fazıl fikir gazeteciliğini ölünceye kadar sürdürdü. Kendi ifadesiyle hiçbir fikrin ‘zamparası’ olmamış, vicdanını da hiç kimse için kiralamamıştır. Bu anlamda elli yıl gündemde kalmış ve vicdanına hava parası istememiş gazeteci sayısı parmakla ancak gösterilebilir. Büyük Doğu ile bu fikir gazeteciliği müessese haline gelmeye çalışmış, bir türlü kanuni engelleri aşamamıştır. Ama 1973’te kurulan yayın statüsüyle bugün de eserleri yayınlanmaktadır.
Hazırlayıcısı olduğunuz Suffe Kültür Sanat Yıllığının 1984’e ait olanını Necip Fazıl’a Armağan olarak yayımladınız. Eserinizle de onunla ilgili yayınların sonuncusunu vermiş oluyorsunuz. Bu çalışmaları yeterli buluyor musunuz, daha neler yapılabilir?
Necip Fazıl hakkında daha çok yazı yazıldı. Yazılardan derlenen kitaplar çıkarıldı. Ve birtakım temennilerde bulunuldu. Yapılan hemen hemen pek ciddi birşey yok. Vasiyetine uygun olarak eserlerini yeni baştan yayımlayan Büyük Doğu Yayınları, üstadın oğulları yönetiminde büyük bir fonksiyon ifa etmektedir. Bugün onu ölümünün ikinci yıldönümünde hatırlamayan pek çok dergi, Öldüğü günlerde özel sayılar hazırlamış, yazılarda enstitü ve vakıf kurulması için teklifler getirmiştir. Bunları yapanlar ve yazanlar o gün hangi endişeyle söyledilerse bugün de aynı endişeyi ve sorumluluğu neden duymuyorlar, bir türlü anlamıyorum. Necip Fazıl her zaman itibar konusu olmuştur. Ondan söz ederek itibar kazanmak mümkün ama, oldukça da tehlikelidir. Çünkü onu az da olsa gerçekten anlayan ve çok seven gönüldaşları vardır. Bunlar bir vicdan azabı gibi insanın yakasına yapışır ve sözünü uygulamaya mecbur edebilir.
Biz üç beş arkadaşla bir yıl uğraşarak bir Araştırma Enstitüsü’ne hazırlık olabilecek bilgileri derledik. Necip Fazıl üzerine çalışacak herkes bu armağan kitabı bir kere gözden geçirmek zorundadır. Onun için yapılacak şeylerin başında bir Enstitü kurmak gelirki bu da birkaç kişiyi değil, büyük bir topluluğu ilgilendiren önemli bir sorumluluktur.
Her türdeki eserleri ayrı ayrı tez ve incelemeye konu olabilir. Türk üniversiteleri çok önemsiz eserler üzerinde tezler yaptırıyor. Yaşayan hatta yazmaya devam edip etmeyeceği şüpheli olan pek çok sanatçı için tezler hazırlandığını duyuyorum. Necip Fazıl için hazırlanan tezleri, bütün Türkiye’de araştırsak üçü beşi geçmez. Halbuki Mısır gibi yabancı ülkelerde Necip Fazıl sağlığında tez konusu oluyordu. Kahire Arap kültürünün başkentidir. Burda yapılan bu çalışma bütün İslâm dünyasına örnek olur. Dünya dillerine hiçbir resmi ve gayrı resmi kurum desteği olmaksızın çevrilen yazarların başında Necip Fazıl gelir. Bu da gösteriyor ki Necip Fazıl’ı şahsiyeti ve eserleriyle hem içte hem dış ülkelerde tanıtmak gerekir. Bunu enstitü mü yapar, vakıf mı yapar, bilemiyorum. Ama kurulabilecek her teşekkül için devlet büyük çapta yardımcı olmalıdır. Özellikle Kültür Bakanlığı.
İkinci üçüncü sınıf sanatçıların evlerini müze yaparken Necip Fazıl’ın yirmi yıl oturduğu köşkle neden ilgilenmez, bir türlü anlayamıyorum. Bunun kadar nev’i şahsına münhasır çok az sanatçımız vardır. Yani Necip Fazıl gibisi 100 yılda ancak yetişir. Bunun kıymetini de bilemezsek ne kendimizi bilmiş oluruz, ne de dünyada varlık sahibi olma imkanını elde etmiş oluruz. Zamanla da bir kültür hazinesi haline gelmemiz mukadder olur.
Necip Fazıla ayrı dönemlerde değişik kesimler tarafından farklı tavırlar takınıldığını biliyoruz. Bu tutumlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Necip Fazıl herkes tarafından kendi şarkılarını söylemeye müsait görülmüş. Bu adam bir bizden olursa, şeklinde başlayan tasarılar geliştirilmiş üzerinde. Ama Necip Fazıl hiçbir zaman kendi davası dışında herhangi bir çevrenin veya görüşün adamı olmamıştır. Hak bildiği yolda gerçekten binlerce kişiyi sürüklemiştir. Bu bakımdan Fikret ve benzeri dava ahlâkı savunucularından çok farklıdır Üstad. Kanunlar bile onu yıldırmamış, fikrinden caydıramamıştır. Bu tarafı elbette pek çok şahıs, grup ve partiler için cazip görülmüştür. Ama Üstad ölümüyle bu hesapların çok üstünde olduğunu herkese kabul ettirdi.
Üstadın ölümü bence çok güzel ve anlamlı bir ölümdür. Adı çevresindeki bütün dedikoduları ve haksız ithamları silip süpüren bir ölümle ölmek her kula nasip olmaz. Büyük veliler bile ölüm anında korkar. Hepimizin korkusu birer müslüman olarak güzel bir şekilde ölememektir. Üstad bu korkuyu ömrünce duymuş ve şiirlerinde çok güzel ifade etmiştir. Onun şiirlerine ve şahsiyetine ölümünden sonra saygı duyduğunu belirtenler bir gerçeği yıllarca gizlemenin suçluluğunu da taşıyorlardı. Esasen Üstad başkalarında uyandırdığı imajdan mazurdu. Çünkü şöhret afetinin tuzağına düşmeyen çok az insan vardır.
Güzelin düşmanı çoktur derler. Üstada kendi düşüncelerini kabul ettiremeyenler, üstadın düşmanlarıyla ittifak ederek onu unutturma yoluna başvurmuşlardır. Bir şairi en fazla yıkan şey onu sevenlerinden ve anlayanlarından mahrum etmektir. O yüzden üstada karşı tavırlar değişken olmuştur. Öldükten sonra artık bir tehlikesi olmadığı için Üstad hakkındaki kanaatlerini herkes rahat rahat ve günah çıkarırcasına her yerde her vasıtayla yazıp söylediler. Bunların kitaplaşmaması ve üniversite tezlerine konu olmaması yine aynı talihsizliği doğurur.
Yıllarca Necip Fazıl’ın adından korkan akademik çevreler bunca olumlu sözden sonra artık korkaklıktan ve ürkeklikten vazgeçerler sanıyorum. Böylece çağdaş Türk edebiyatının en dikkate değer şahsiyeti çeşitli incelemelere ve araştırmalara konu olabilir. Sözün kısası Necip Fazıl hakkında hayatı boyunca ketum davrananlar ve politik tutum sergileyenler ölünce konuşmadan edemediler. Onu sosyal, siyasal ve kültürel konumuyla Türkiye’nin geleceğine damgasını vuran bir şahsiyet olarak anlatmış oldular. Bu bakımdan hiç kimse hakkında söylenmeyen sözler ve iltifatlar söylendiği için üstadın Türkiye’nin geleceğine eseri kadar şahsiyetinin oluşturduğu imajla da büyük bir katkıda bulunacağı kanaatindeyim.
Eğer Türkiye gelecekte yine tarihi misyonuna kavuşacak ve yerli -millî ve İslâmî- bir kültür hayatına ulaşacaksa bunda Necip Fazıl’ın büyük hizmeti olacaktır. Bugün İslâm yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada gündemin ilk sırasını teşkil ediyorsa bunda Necip Fazıl’ın da büyük payı vardır. (8 Temmuz 1985)
[Mehmet Nuri Yardım’ın “Türk Şiiri’nden Portreler” isimli kitabından iktibas edilmiştir.]