Milli Haşyet
MİLLİ HAŞYET
Gece yarısıydı. Gazetenin sahibi ve ben, otomobille idarehaneye doğru geliyorduk. Yolumuz Sirkeci taraflarında dar bir sokağa saptı. Kimi kagir, kimi ahşap, kümes gibi bücür iki sıra ev arasında, Arnavut kaldırımlı dar bir sokak… Pencereler, katran dolu küplerin açık ağızlarile, içerdeki karanlığı çerçeveliyordu. Sokakta, şeffaf uyku hayaletlerinden başka ne in, ne cin…
Arkadaşım, bu sokaktan bir an evvel kaçmak istercesine gaza basmış, otomobilini bütün sıçrayış kabiliyetile koşturuyordu. Zıplaya zıplaya gidiyorduk. Birden, beş on adım ilerimizde ve sokağın ta ortasında, dimdik bir hayal belirdi. Sokak dar olduğu için bu hayalin sağından veya solundan geçemezdik. Projektörleri yaktık, klaksonu üstüste öttürerek, hızımızı kesmeden yol almaya devam ettik. Hayal kıpırdamadı bile… Aramızda iki adımlık mesafe kalmıştı. Onu ezebilirdik. Son bir klakson darbesini, frenlere ani bir basış takip etti. Durduk. Hayret! Gecenin bu saatinde, içinde uyanık bir kedi bile görünmiyen bu sokağın ortasında bir zabit, kaskatı bir selam tavrile elini kasketine götürmüş, bekliyordu. Otomobilden inince vaziyet anlaşıldı. Gizli ışıklı bir pencere istikametinden, Ankara radyosunun son sesi geliyordu. İstiklal Marşı!..
•
Meçhul zabitte tamamile bünyeleşmiş ve riyadan, gösterişten, mecburiyetten ayıklanmış, harikulade bir iman ve terbiye levhası…
Bu levhanın telkin ettiği milli haşyete aşık olalım!
21 Mart 1939
(Çerçeve-1)