Sirkeli Bezler
SİRKELİ BEZLER
Alnımda, hâlâ, sirkeye batırılmış soğuk bezler hissetmekteyim. Keskin bir sirke ve hasta odası kokusu…
Evet, alnımda sirkeli bezler… Ateşimi alsın diye…
Bütün çocukluğum, ilk çocukluğum, hastalıkla geçti. On – onbeş yaşıma kadar, bir çocuğun çekmesi mümkün ne kadar hastalık varsa hemen hepsini çektim.
Kaç kere hayatımdan ümit kesilmiş; ve ben, Allah öyle istediği için, her defasında kefeni yırtmışım…
Oğlunun dünyaya gelişinden sonra, (Mekteb-i Hukuk)u bitiren babamın, bir baltaya sap olması için, büyükbabamın zoru altında tâyin edilip gittiği ve bizi alıp götürdüğü Bursa’da az kaldı ölüyormuşum…
Irmak kenarındaki evimizin odasında, mangal başında, eldiven çıkarır gibi, şerit şerit derilerimi yüzdüğümü biliyorum. Kızıl hastalığından kurtulduktan sonra… Hâlâ kulağımda ırmağın şırıltıları ve kırk derece ateş içinde seyredilen dünya.
Derken Mudanya’ya kadar yaylı araba ve İstanbul’a dönüş… Zaten benim Bursa’ya götürülmeme razı olmayan büyükbabam, bu kurtuluştan sonra babamı hemen İstanbul’a aldırtmış ve beni yanından hiç ayırmamış…
Büyükbabam bana en küçük yaşlarda okuyup yazmayı öğretti. Bilmem ki, dört – beş yaşında su gibi okuyup yazıyordum dersem inanır mısınız? O zamanın ağdalı diliyle günlük gazeteleri, dört – beş yaşında okuyor, anlıyor, hattâ anlatıyordum.
Daima hastalıktan hastalığa geçtiğim için, doktorum meşhur Kadri Reşit Paşa, sık sık konağa gelir ve bu erken ruhî inkişafımı bildiği için de, ben salona girince şöyle derdi:
– Gel bakalım, benim büyük küçüğüm!…
Ve bana sual sorup cevap aldıkça dört – beş yaşındaki çocukta bu vaktinden evvelki gelişmeye hayret ederdi.