Beklediğimiz İnkılap
BEKLEDİĞİMİZ İNKILAP
Bekliyoruz
* Kanuni devrinden beri gerçek inkılâbı bekliyoruz !
* Kanuni devrinde dıştaki tüm zafer ifademize rağmen, içerde bir çürüme başlangıcı… Şeyhülislamlığın yalnızca atama makamı haline getirilmesiyle, madde planındaki hamlelerimizin mânevi iç oluşa bağlılığını denetleyen bu kurumun istiklâlini kaybetmesiyle başlayan bir çürüyüş…
*Sarı Selim’le birlikte su yüzüne çıkan taarruz ve hatta müdafaa gücümüzü kaybetirici hastalığımızın ortaya çıkardığı hâlimiz başaşağı bir çizgi belirtir. Devamlı toprak ve nüfus, hayatiyet ve nüfuz, ahlak ve iman kaybı.
*Bu başaşağı seyir halinde, gidişatı ‘akıllarınca’ değiştirmek isteyen, fakat tam aksine vaziyeti cemiyetin bir heyelan halinde aşağılara akmasına vardıran üç kırılma noktası mevcuttur: Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet inkılâpları.
*Akıl ve marifet sahibi olmayı, akılsız ve marifetsiz bir taklit yoluyla gerçekleştirebileceğini zanneden Tanzimat ve esasında bir mason tezgahı olan Meşrutiyetten sonra birdenbire büsbütün bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldık.
Artık ruhtaki kurtuluş borcumuzun üzerine bir de var oluş mücadelemizin yükü binmişti.
*Cumhuriyetle birlikte ‘milli mücadelenin misilsiz hamlesi’yle bu ikinci borcu ödedik; fakat asıl ve esaslı kurtuluşun yani, ruhtaki kurtuluşumuzun adımlarının atılması yerine yine bu noktadan tahrip edildik ve kurtuluş düşümüzü bile tahrip eder bir tavır takındık.
*Devirler boyunca beklediğimiz inkılâba en çok ihtiyaç duyduğumuz an bu andır, gerçek inkılâp yolunun inkılap naralarıyla tıkandığı bu an.
Daima Onu Bekliyoruz
* 1566’dan bu yana tarihimiz bir bekleyişin tarihidir.
Bu; Sarı Selim’den Tanzimat’a kadar 273 sene, Tanzimattan Meşrutiyete kadar 69 sene, Meşrutiyetten Birinci Dünya Harbi müterakesine kadar 10 sene, ve İstiklâl Savaşından bugüne olmak üzere dört bölümden müteşekkil bekleyiş devrelerimizin Tanzimat’a kadar süren devresini diğerlerinden ayıran bir fark mevcuttur:
Eski şekle sadakat…
Fakat özü yitirmiş ve şekli yenilemekten aciz bir sadakat mahrumiyetimizi derinleştirmekten başka bir sonuca varamazdı. Beklediğimiz inkılâp o devirde olsaydı, düsturu şu olacaktı:
Garp dünyasını yükselten Rönesans hamlesindeki ruh, eşya ve hadiseleri kavrama ve yönetme çabası İslam’ın öz malıdır. Bu oluş hamlemize mâni kim varsa dinimizin, ruhumuzun ve mevcudiyetimizin düşmanıdır.
* Kendimize düşman olmaya başladığımız sonraki devrelerde ise beklediğimiz inkılapçının sadası ‘Aklın bütün hak ve müesseselerini hazmederek öğrendikten sonra ruhumuzun emrine vermekten başka işimiz ve çaremiz yoktur.
Hiçbir ahmak taklit, ezbere tatbik, deri üstü ıslah ve yamalı bohça inkılabına inanmıyoruz. Dünün dini yanlış anlayan yobazıyla bugünkü muadili idraksiz küfür yobazı, tasfiyesiyle yükümlü olduğumuz aşağılık ve gerilik kutuplarıdır.’ olmalıydı.
* İlk devirde kurtuluş yolunu tıkayan, mukaddes dini ışıksız beynine ve buudsuz ruhuna uydurmak isteyen ham ve kaba softadır.
Sonrasında ise yolu tıkayan, kaba softa ve ham yobazlarla birlikte, onlara kızıp yolu büsbütün iptal etmeye kalkışan tefekkür yoksunu Garp hayranları.
* Tanzimatla birlikte başlayan kayboluşumuzu, Meşrutiyetle yönetim şekillerinde teselli ararken derinleştire derinleştire nihayet kurtuluş çaremizi ağza bile alamaz hale geldik.
İşte vaziyet bu iken, Büyük Doğu herbiri islam ruhunun bir şubesi olarak ruhçuluk, ahlakçılık, milliyetçilik, şahsiyetçilik, cemiyetçilik, keyfiyetçilik, nizamcılık, müdahalecilik ve sermaye ve mülkiyette tedbircilik ölçüleriyle insanlığın topyekun kurtuluşunu sağlayıcı yoldur.
* Şarkın ve Garbın tüm kıymet ve erdemlerini bünyesine topladıktan sonra yeni ve üstün bir terkip takdim edecek olan ne Tanzimat’ın ürkek ve muvazaacı fesi ne İttihatçının gözü kör ve ahmak atılganlığının simgesi keçekülahı ve ne Cumhuriyet’in şahsiyetimizi ezip geçen silindir şapkasıdır; ancak ve ancak dimağı mukaddes davanın derdiyle dertlenmiş asil ve çilekeş Büyükdoğucunun taşıdığı, her ilmeğinden vakar ve şahsiyet tüten Türk’ün milli başlığı
olacaktır…
Hep Bekliyoruz
*Bir kere daha tekar ediyoruz ki Kanuni’den beri gerçek inkılabı bekliyoruz. Batının yeniden doğuşunu göremeyen, önleyemeyen ve aynı çapta bir hamle ortaya koyamayan Kanuni bütün kıymetini kendinden öncekilerden alan bir mirasyedidir.
*Kanuniden sonra devlete baş olan Sarı Selim ise Türk’ün hastalığının belirtisidir, ifşacısıdır. Bir hastalık ki; bir cemiyetin tüm taarruz ve hatta müdafaa gücünü yok etmiştir de, vicdanlarda bir burkulma olmamıştır.
*Türk’ün dayanağı olan iman ruhunun eşya ve hadiselere hükmetmesi luzumu fikrinden yoksun bir cemiyet efkarı, Sarı Selim’den tanzimata kadar boyuna toprak, nüfus, ruh, hayatiyet, iman ve ahlak kaybımıza sebebiyet verdi.
Bu ruhî tükeniş ortamında tam üç asır boyunca ‘Dur! Nereye gidiyoruz, Dünya nerde biz nerdeyiz, bu dünyayı feth ve tasarruf borcu ile iman borcumuz aradınaki münasebet nedir? Bizim bu gidişimiz iki tarafı birden kaybetmek demek değil midir? diyen biri çıkmadı.
*Bahsedilen idrak noksanlığı içersinde var olması gereken yegane idrak, dini koruma iddiasıyla yapılan kabuk koruyuculuğunun hakikatte dine aykırı ve mukaddes ölçülerin bu tür takıntılı kaygılardan münezzeh olduğuydu. Günümüze kadar süren inkılap bekleyişi içersinde tanzimata kadar yapılması gereken yegane inkılap buydu.
*Bu borcun ödenmemesi öyle bir sonuç doğurdu ki Sarı Selim’den Mahmud Adli’ye faraza 30 derece eğimle gelen alçalma çizgimize, Abdülmecit’ten Abdülhamid’e doğru 45 derecelik bir eğim daha kattı. Abdülhamidden sonrası ise artık üzerinde tutunmanın imkansız olduğu bir uçurum…
Felaket şurdadır ki, Kanuni ile tanzimat arasında dinin saf hakikatı adına ve şekillere bağlı kalınarak girişilen inkılap tecrübeleri bu dönemden sonra sezmeden sezdirmeden yavaştan ve hafiften dine karşı tavır almaya başlar; gitgide artan bir şiddetle mukaddes hakikatten nefret etmeye ve onu gerilik sebebi saymaya kalkışır. Öyle ki bu hususta tartışma bile kabul etmez bir vaziyete kadar varır.
*Destansı bir kurtuluş hamlesiyle bütün bu tarihi alçalışları düzlüğe çıkaran cumhuriyet inkılabı, kurtuluşu kopyacılıkla olur sanan tanzimat ve bir mason oyununda ibaret olan meşrutiyet devirlerinin maddi borcunu ödemesine rağmen manevi borcu reddeden bir dünya görüşü ortaya koyunca devirler boyunca beklediğimiz inkılap bugünden itibaren bayraklaşmaya mecbur olmuştur.
Giriş
* Davamız, bir rejime karşı başka bir rejim teklif ve telkininde bulunmak değil; İslam dünyasını
tüm yeryüzüne kavimler ve tarihi vakıalar üstü mücerret ve gerçek hüviyet ve şahsiyetiyle saf bir mefkure ve münezzeh bir ideolocya halinde belirtme işidir.
* Çağrımıza İslam’a gönül vermemiş olanlar da dahildir. Zira tüm insanlık peygamberler peygamberinin ümmet kadrosu içersindedir.
* İslam her münevver müslümanın şahsında kıymet hükümlerini çağlar üstü mahiyetiyle tüm çağlara uygulayıcı inkılap ideolocyasının kurmayı öngörür. Tekliflerin en azizi bu teklife dikkat kesilen kaç kişi var ?
* Gerçek Müslüman ! Senin işin İslam binasının dış yüzündeki herkese aşikar, fakat yalnızca göz atmakla kalınırsa kamil manada idraki mümkün olmayan genel bilgilerini ezbere sıralamak değil; bu binanın içersindeki ruhun bütünüyle İslami ölçüler altında, sonsuzluğa ayarlı hayat mimarisini kurmaktır. Ebediyetin Rehberi belki de böyle bir fiile şart tayin buyurmak için bazı ilahi tefekkürlerin bir saatine, yetmiş senelik namaz sevabı müjdelemişlerdi.
* İslam inkılabını kim örgüleştirecek ? Reformacılar mı, nefsani ve hevai tefsirciler mi,
kışri şeriatçiler mi, ham ve kaba softalar mı, yalancı sofiler mi,yeni müctehit taslakları mı, yoksa bunlardan hiçbiri olmayan gerçek ve derin Müslüman mı ? Gerçek ve derin müslümanın kim olduğunu anlamak için kim olmadığını bilmek gerekir…
Reformacılar
* Reformacı bir şekilde mensubiyet hissettiği eski şeklin ismini koruyup, onu dış dünyanın dayattığı bazı ihtiyaçlara göre yenileştirmek isterken bocalayan, hiç bir davayı tam olarak benimseyemeyen ancak ezip büzebilen bir biçare idrak bünyesidir.
*Reformacı, davanın öz bünyesini dış şartlara göre ayarlamakta mahzur görmeyen bir barıştırıcı, bir maslahatçıdır.
*Reformacı inandığından şüphe edendir !
*Tanzimat dinin muhitinde aciz, şaşkın, kısır bir reforma hareketi iken, Meşrutiyet daha az şaşkın ama daha çok idraksiz bir biçimde bu reformacılığın devamıdır.
*Son devir ise reformacılığın bu iki arada bocalayıcı çelişkilerini kaldırarak davayı tamamen menfi kutuba çekti. Her davanın temel isteği tutarlılıktır ana hangi istikametten ? Küfürden mi imandan mı ?
*Suni ışıklar ne kadar güçlü olursa olsun güneşi kaybetmiş bir beldenin hali gibi, üzerimizde mıhlanıp kalan manevi karabulut eksikliğin din olduğunu ihtar edince bu sefer güya dini sahiplenme iddiasındaki yeni reformacı tipinin türeme ihtimali belirdi.
*Bir çok bölüme ayrılan bu tiplere göre din lazımdır. Elbette Allah’a inanılır. Peygmber bazılarınca luzumludur, bazılarınca değildir. Kuran bazılarınca Allah’ın kitabıdır, bazılarınca değil. Peygamberi ve Allah’ın kitabını tanıyan yine bazıları için bile günde beş vakit namaz luzumsuzdur. Namazın şekli iptidaidir, abdest imkansızdır. Kadın hayattaki yeni konumundan geriye sürülemez. Kuran her dilde Kurandır. Kuranda pek çok ibadetin sarahatine dair açıklama yoktur, bunların hepsi yobazlar tarafından uydurulmuştur.
Hadisler hep uydurmadır, aklın kabul etmediği hiç bir şey doğru olamaz. Bütün dini merasimleri estetikçiler elinde güzelleştirmek gerekir, zaten tasavvuf da bu eksikliği tamamlamak için sonradan bulunmuştur….
Bu hünsa ruhlara göre din işte bütün bunlar olmamak şartıyla güzeldir. Fakat!!! İşte bu «fakat» işin en belâlı dönemeci…
*Henüz sesi pek güçlü çıkmasa da yarın birdenbire güçlenmesi muhtemel olan bu kafirle dindar arası köprü tip, mensubiyetinde pek çok meslek barındırır ve genellikle münevver klişesi taşır.
Tanzimatın muhitteki şaşkın yenilik hareketine karşılık, bu yeni zümre dine zıt hareketlerin muhitini olduğu gibi benimseyip merkezde reform yapıp muhite tatbik etmeye çabalar.
Reformacı der ki: Allah’a ve peygambere evet, şeriate hayır! Yani güneşe evet, ışığına hayır ! O kadar saçma !..
*Aralarında hiç inanmayan istismarcıların da bulunduğu bu zümre, Yunan efsanalerindeki başı insan vucudu keçi bir hilkat galatıdır ve gerçek müminin gözünde zift renkli inkardan daha kara daha tehlikeli bir küfür kolunu temsil eder.
Düpedüz kafir olduğu gibi devrilmiş bir yelkenlidir, hidayet vincine bağlanırsa doğrulur ve mükemmel bir tekne halinde yüzer.
Fakat reformacı ?.. O güya yüzer, ama her noktasından sızdıran, kırık dökük, perçin ve macun kabul etmez bir haldedir.
*Yarın meydan yerini ele geçirme ihtimalindeki bu zümre, küfre ait bir hayat biçimini iman evine, Allah’ın hakkı Allah’a Sezar’ın hakkı Sezar’a demogojisiyle sokmaya çalışmaktadır.
Biricik farikası münevverlik yaftası altında salah kabul etmez bir enayilik ve cahillik olan bu tipin bir gün bir punduna ile İslamiyet himayeciliğine geçmesi daima mümkündür.
*Reformacı en çok yobaz dediği, şeriatın kabuğuyla meşgul olan tipe düşmanlık ederken aslında kendisi de aynı tipin diğer kutuptaki tam karşılığıdır.
Dini insan yığınlarının sevk ve idare aracı olarak gören, keyiflerine göre din icat ettiklerinin dahi farkında olamayan, baktıklarını görmekten ve idrak etmekten aciz bedbahtlar…
*Bir de Türkiye dışının reformacıları var ki ilmi bir nikap altında ve kitaplık çapta gayretlerle İslam’ı fesada sürüklemektedirler.
*Hangi neviden olursa olsun Reformacı İslam’ı çökmeye mahkum bir bina olarak gören ve onu dış desteklerle ayakta tutuğunu vehmeden bir fikir haini ve iman yoksunudur !
BİRİNCİ HÜKÜM: İslam inkılabı bunlarla olmaz !
Nefsani Tefsirci
* Bu sınıf reformacıların bir şubesini teşkil eder.
Farkı şurdadır ki; reformacı eksiklikten münezzeh olan İslam’ı aklınca dışardan güzelleştirici unsurlar katarak tamam edeceğini sanırken nefsani tefsirci dış unsurlara tenezzül etmez. O, dinin zati hükümlerini heva ve hevesine uygun olarak tefsire yeltenir.
*Saf reformacı yalnız ileri fikir taslarken, İçlerinde diyanet işleri başkanlarının, ilahiyaçıların, yazar çizer takımının da bulunduğu bu sınıf, alimlik iddiasındır ve sağlam bir inanç taşıdığı görüntüsüyle kitleyi de kendi doğrultusuna çekmeye çalışır.
Bu sahtekarlığına bir de en büyük müçtehitleri şahit diye gösterir, daha doğrusu kendisi müçtehit diye geçinir.
*Bu tipler Kuranın Türkçe ve onun yine Kuran olabileceğini kabul ederler, mübarek sahabilere dil uzaırlar, tasavvufu inkar ederler…
Üsküdardan Beşiktaşa gitmek için bile bir vasıtaya ihtiyaç varken, alemde teselli formullerinin en gülüncüyle bir nakarat tuttururlar:
Allah’la kul arasına kimse giremez.
*Nefsani tefsirci İslam inkılabının yapıcılığını güçleştiren, onun gayretini tepetaklak etmeye çalışan tehlikeli bir reformacı türüdür.
*İKİNCİ HÜKÜM : İslamı İnkılabı nefsani tefsirci ile olmaz !..
Ham Yobaz ve Kaba Softa
* Kutsal hükümlerin yalnız kabuğunda kalmış, vecdsiz, çilesiz, hikmetsiz, dinde eklemenin de eksiltmenin de olmadığından habersiz gafil insan: Ham yobaz ve kaba softa.
* Aklın haddi olmayan sahalarda dizginlendikten sonra gerekli alanda dolu dizgin koşturulması bizzat dinin emri iken, akletmeye dair her şeyi yasaklayan ve böylece tarihi yenilgimize sebep teşkil edenham yobaz ve kaba softa.
*İslam tomurcuğunun bu tip elinde de filiz vermeyeceği üçüncü hüküm halinde apaçık bir gerçektir.
Sahte Sofiler
* Bunlar da kaba softanın güya dini hikmetler ve zevkler planında karşıt kutbu.
* Kaba softanın derin dini hükümlere kayıtsız kalışı nasıl bugün milletin başına inatçı ve küstah küfür neslini
sardıysa geçmişte de aynı sığ tutum sahte ve yalancı sofilerin türemesine yol açtı.
*Şerefli Ordunun en şerefli vaktinde onun manevi dayanağı olan Bektaşilik, zamanla öyle bozuldu ki; nükteli, telkin altına alıcı, muvazaacı ve mutlak kıymetlere gizliden gizliye beslediği müthiş suikast zekasıyla hiç bir küfür müessesesinin sebep olamayacaı bozgunları verdirdi.
* Sahte ve yalancı sofi giyindiği Melemilik ve Vahdeti Vucutçuluk hırkasıyla günahları meşrulaştırır, üstelik kutsar ve insan nefsaniyetini tanrılık davasına kadar bulaştırır ve böylece her dişi güya zarif bir nükte belirten testeresiyle cemiyetin nizam unsurlarını parça parça eder.
* Tüm etki marifetleri güya renkli ve sanatlıı ruh haletleri olan bu yalancıların bir başka kısmının da bir başka zehirli tesiri oldu: Pis, hasta, dünyayla alakasız, sorumsuz, iradesiz-tedbirsiz, dilenci sıfatlarıyla bezeli bir derviş portresi…
İşte Batı’daki ve yalnızca ondan beslenen müstağriplerdeki sakat Doğu intibaı işte bu sahtekarların eseridir.
* Ham softa kutsal hükümleri ön cepheden tahrip ederken yalancı sofi onu arkadan vurandır.
* Dördüncü Hüküm: İslam Inkılabı sahte ve yalancı sofilerle olmaz !
Derin ve Gerçek Müslüman
* İslam İnkılabını fikir planında yalnızca derin ve gerçek müslüman temsil edebilir. Peki gerçek ve derin müslüman demek ne demektir ? Gerçek ve derin müslüman kimdir ?
*GErçek ve derin müslüman şahsında barındırdığı üç cephe ile malumdur: Mukaddes ölçüler, ona perçinli olarak tasavvuf ve ikisine birden bağlı olarak ama bu iki cephenin hikmetini kavramak için var olan şahsi ruh ve akıl.
* Gerçek ve derin müslüman bütün cemiyet ve hakikat ölçülerinin anası olan şeriat ve kainatın topyekün hesabını veren yegane hikmet olan tasavvuf arasındaki ruh ve sır ilişkisini şahsi ruh ve aklıyla kurarak mayonezdeki üç ahenk unsuru gibi kıvam tutturacaktır.
* Şeriat ve tasavvuf kanatlarıyla göklere erdirilmiş olan ruh ve akıl eşya ve hadiseler planına baştan ayağa hakim olacak, yapılacak ve yapılmayacak her şeyi tespit edecek, bütün istikametleri keşfedecek ve işaretleyecek şahsi planda huzur ve mutluluğa cemiyet planında ise nizam, adelet ve ümrana ulaşacaktır.
Gerçek ve derin müslüman böylece yaradılış gayesine erişendir…
Gerçek ve Derin Mü’minde Akıl
* Derin ve gerçek mümin, aklı aklın en ileri safhasıyla ele alır. Hakiki akıl mutlaktan hiç bir şey
anlayamayacağını anlayan akıldır. Daire başladığı noktada biter ve bittiği noktada başlar.
* Derin ve gerçek mümin aklı sahibine teslim ettikten sonra onun tarafından geriye bağışlananı akıl diye kabul eder ve ötesini istemenin akılsızlık olduğunu bilir.
En büyük idrak, idraksizliğini idrak etmektir.
* Miraç gecesi aklı simgeleyen melek sidretül münteheda bir adım daha atarsam yanar kül olurum ihtarıyla durdu bir adım daha ileri gitmedi.
Derin mümin aklı mutlak yardımcı olarak görmez, onu sidretül müntehadan sonrasına zorlamaz.
* Daire bittiği noktada başlar; hürriyeti hakka esaret bilen akıl kutsal hükümleri yegane mizan sayar ve bu mutlak mizanı ayrıca mizan çekmeye kalkışmaz ve böylece yaradılış hikmetiyle çelişme akılsızlığından arınır kendi faaliyet sahasında selamet içersinde çalışırak, akl-ı selime erer.
* Derin ve gerçek müminde akıl şudur: Tarifsiz, hudutsuz bir ruh feyziyle imana gelen ve bütünüyle teslim olan adama, bu teslimiyetten sonra iade ettikleri gerçek kafa ve büyük akıl.
* Akıl hakkındaki en güzel hüküm: Bu iş ne akılla olur ne akılsız. AKıl kendisi olmadığı vakit hiç bir şey yapılamayan kendisini her şey zannettiği vakit ise hemen sıfıra inen ve ebedi felakete götüren şeydir. Bu iş akılsız olmaz; ki anlayamadığını anlamak da akıl işi…
* Aklın bu acziyetini nihayet Batı felsefesi de 20. asırda Bergson’u yetiştirerek tespit etti, İslamiyetin asırlar önce getirdiği hakikate sendeleye sendeleye henüz varabildi.
‘Aklı mat ettin ama usulun yine aklidir.’ eleştirilerine, ‘Demek ki aklın nihai hamlesi kendi hiçliğini kavramakmış.’ diyordu Bergson; Hz. Ebubekirden şu kadar yüzyıl sonra…
Hülasa ve Netice
* Herşeyden evvel ve sadece hakikat mizanının İslamiyet olduğuna iman…
* Modern dünyanın bulanıklaştırdığı İslamiyet filizinin cehverini parlatma bahsinde, o cehveri arındırmaya çalışmak bir yana dışarıdan başka bulanık unsurlar katma peşindeki reformacı, ilk batıl güdümdür.
Nefret !
* İkinci batıl güdüm nefsani tefsicinin yoludur. Heva ve hevesi doğrultusunda yorumlanmaya çalışılan ilahi müesseseler ve felaket giden yol…
Nefret !
* Bu bahiste üçüncü olarak işaret edilen manaya bakmadan körü körüne satıha bağlı kalan kışırcı şeriatçiler gelir. Dışatki hükümlerin iç çilesini çekmedileri için tüm sırları ve incelikleri zayi edenler.
Nefret !
* Dördüncü olarak sahte ve yalancı sofi. Güya batıni derinlik iddiasıyla dini emirlerin tamamlığını bozanlar…
Büsbütün Nefret !
* Beşinci batıl güdüm, ham ve kaba softanın yolu. İkinci güruhu tersinden, üçüncüleri yüzünden bünyesinde barındırarak ilahi feyz ve rahmete set çekenlerin yolu.
Daima Nefret !
* İslamiyeti feyzlendirme bahsinde biricik hak yolu, şeriatı bilip anladıktan sonra tek noktasını feda etmeyen ve tasavvufu onun iç esrarı bilip ona bağlı olarak kemallendiren derin ve gerçek müslümanın hem zahirde hem batındaki dosdoğru istikametidir.
Kurtuluşa erenler işte bu istikamette yürüyenlerdir.
Netice
* Çağımızda Büyük Doğu ideolocya ve davasına karşıt tez ve hareketler ilahi cilveyle kendiliğinden yere kapanıp iflas etmiştir.
*Türk milleti 20. asırda derin bir inkısar ve ıstırapla yaşamış ve ona dayatılan hayat tarzının döküntülüğü zaman geçtikçe iyice su yüzüne çıkmıştır.
*Artık devrimler, verimler, anılar, kanılar, töreler, süreler, ulusal egemenlikler, toplumsal güvenlikler, özgür ülkeler, uygar ilkeler, Batıya bel bağlamalar, Batıdan kurtuluş sağlamalar… ve aynı ağızdan daha onlarca klişe artık bütünüyle cansızdır.
*Artık her şeyle herşeyin arası açık, her varlık kıymetini kaybetmiş, her doğru eğrilip bükülmüş, karşıt tezler kendiliğinden çökmüş ve hiç bir kurtuluş vaad edemez hale gelmişken vazifemiz meydan yerinde görünmek ve davayı abideleştirmektir.
Usul
* Mevcut manzara mutlaka bir inkılaba ihtiyaç olduğunu ihtar ederken bu durum karşısında var olma cehdini kaybetmemiş bir millete düşen ihtilal-inkılap tabirini hak edecek bir büyük doğruluş, davranış, bir büyük şahlanıştır.
Fakat sadece ruhlarda bir ihtilal…
* Bu ihtilal-inkılabın aletleri söz ve kalem, planı göz ve kulak yollarından kafataslarına girmek ve beyin zarları altına zerketmek, şartı kanun hakkıyla en sıcak zeveban ve en ileri heyecan noktasına ulaştırmaktır.
* Bu ihtilal-inkılabın kadrosu mukaddesatçı ve milliyetçi gençlik, dayanak sınıfı da şehadet getiren herkes…
* Bu ihtilal-inkılabın mekanı bütün büyük şehir ve kasabalarıyla Türkiye, zamanı da şimdidir.
* Mukaddesatçı ve milliyetçi gençlik ve şehadet getiren herkes ! Karşıt tezler cephesinin kendiliğinden yıkılıp döküldüğü şu gün senin belirme gününden başka bir gün değildir.Fikir meydanı ve atalarının ruhu seni çağırıyor. Elinde kanun bayrağı, ruh kalesini fethet !
Esas
* Cihan İmparatorluğumuzun dayandığı temellerin sistemli bir şekilde nasıl yıpratıldığını fakettiğimiz anda davanın esasını yakalamış olacağız.
Ana şahsiyet ve asliyet kutbumuza en doğru anlayışla sarılmak ve buna uygun olarak bir fikir aksiyonuna yol açmak… İşte davanın esası…
* Tek kelime: [Su katılmamış ve suyu çekilmemiş tam hakikatıyla] İSLAM !
* Bu davanın esası olan ideale ihtiyacın, acil kan bekleyen bir hastanın ihtiyacından daha büyük olduğunu ancak inanmamaya inanmışlar görmezden gelebilir.
İhtiyaç duyulan kan ise iple boğularak, kangren olmaya terkedilmiş bir uzuvda; fakat akış yolunu bulabilse tükenmek bilmez bir hayat kaynağı mahiyetinde.
* Bu ideal İslam, esas üstü esas da onun gerçek anlamı !
* İsa peygamber eliyle felçlinin ayağa kalkıp, körün ışığa kavuşması gibi yalnızca maddede ve nazariyede pazarlıklı bir istiklal karşılığında manada uğradığımız inkısara son verme ve Batı üstünlüğü ukdesi ve ona ait ne varsa içimizden söküp çıkarma davası ve esası…
* Dışımızdaki sömürgecilerin ve onların içimizdeki taklitçi ajanlarının tabip kisvesiyle kanımıza zerkettikleri Batılılaşma ve Batılı anlamda medeniyet zehrini kanımızdan atma; bununla beraber nereden gelirse gelsin her türlü çile ve tecrübeyi bu sefer millet çapında bir şahsi ruh ve akıl süzgecinden geçirdikten sonra benimseme davası ve esası…
* Bu davanın ve onun esasının bilincinde olan bir nesil yetiştiğinde güneşin doğuşunu bekleme vakti gelmiştir.
Hedef
* Fikirde ana hedefimiz bütün meydan yerini tutmuş, hepsi aynı kaynaktan besleme ve aynı tornadan çıkma, tanzimat, meşrutiyet, cumhuriyet devirleri boyunca başkalaşımını tamamlamış bir suni ilkah mahsulu, ulvi oluş gayesi gütmez, eser çilesi çekmez, aşksız ve madde üstü iştiyaksız yalnız zehirlemeye memur bir haşere tip:
Devrimbaz !
* O devrimbaz ki manevi Batı sömürgeciliğinin iç ajanı ve Türk ruh kökünün DDT ile kurutucusu…
* O kendini kurtarıcı diye takdim ederken aslında arka mevzilerden mahut sınıfın iaşe ve cephane ikmalini yerine getirmekte ve ellerinde kukla olmaktadır.
Vasıta
* Beklediğimiz inkılabın dış vasıtalarına el atmanın birinci şartı:
Yılgınlık, düşüklük, küçüklük ukdesi, nefs güvensizliği, mızmızlık, hareketsizlik, dünya ve eşyaya karşı ilgisizlik ve bilgisizlik gibi menfi kutupları mahkum edip; nar-ı beyza halinde bir vecd ve aşk mizacı, sultani bir nizam ve displin zevki, sırasında baldan tatlı ve sırasında zakkumdan acı bir seciye, sabrından zerre kaptırmaz bir sebat bünyesi, şecaat, fedakarlık, atılganlık, derinlik, gerçeklik, kainatın her noktasının kıtmet hükmüne sahip olma şiarı, hayatı kuşatıcı, renklendirici, süsleyici bir estetik-güzellik sanatı bunun yanında dağları, taşları devirip sürükleyici ve gaye noktasına sürücü bir diyalektik mahareti, retorik ve taktik sahibi olma gibi vasıfları da baş tacı etmek.
* Dış vasıtaların başında bütün şubeleriyle güzel sanatlar, yayın yolları, telkin kürsüleri, kültür teşekküleri ve İslam sermayesine yön ve hareket verici mihraklar.
* İşte bu dış vasıtaları iç kuvvetlerle harekete geçirip, herşeyi ruh ve fikir planını köpürtmekten ibaret bıraktıktan sonra artık neticeyi gözlemekten başka bir iş kalmaz.
İdeolocya Sınıfı / Neretva