Mukaddes Emanet (Eser İncelemesi)
MUKADDES EMANET
Üstadın bu eserinde kaleme aldığı olaylar, 1. Meşrutiyetin ilanından ( Osmanlı’nın son dönemi ) Cumhuriyet dönemine ve günümüz Türkiye’sinden bugüne kadar devam eden ve hala devam etmekte olan olaylar silsilesinin kısa bir özeti halinde karşımıza çıkmaktadır. Eser, son 150 yıla yakın bir süredir adeta ruhumuzu, maneviyatımızı, örf, adet , gelenek, eskiye dair ne varsa kısaca mukaddesatımızı topyekün tasfiye etmek isteyen ve kısmen de başırılı olmuş bu kişilerin Anadolu insanı ve toprakları üzerinde oynadıkları oyunları apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Mukaddes Emanet, 4 padişahın tahta çıkışlarını görmüş ve Osmanlı-Rus (93 harbi) harbinde cephede aktif olarak rol almış bir baba’nın, Cumhuriyet’in ilanından sonra gelinen son durumda oğluna (Abdullah) yaptığı nasihatleri ve Abdullah’ın da çocukları ve torunları arasında yaşadığı mücadeleyi anlatır. Eserde Baba; Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet dönemine, oğul (Abdullah) Cumhuriyet’in ilk devirlerinden orta devrine, Abdullah’ın oğlu ve torunları ise Cumhuriyet’in en son devrelerine tekabül eder ve gerek maddî gerekse manevî-ruhî olarak yaşanan değişimi en çarpıcı örnekleriyle gözler önüne serer.
Babasının isteği üzerine, eğitimine köyde kalarak devam eden Abdullah, kendini yetiştirir ve en üst dereceye kadar yükselir. Hatta ilim ve bilgi bakımından köyün en ileri geleni olur. Ancak buna rağmen, oğlu onun sözünü dinlemeyip annesinin de altınlarını çalarak köy enstitüsünde okumaya karar verir ve okur. Oradan tanıştığı sıra arkadaşıyla evlenir, çocuk sahibi olur ve ileride valilik makamına kadar yükselir. Ama o Abdullah’ın gözünde hala adî bir hırsızdan başka bir şey değildir.
Üstad, Mukaddes Emanet’i, bütün insanların anlaması, kavraması, idrak etmesi ve buna bağlı olarak da memur oldukları işleri yapması ve yerine getirmesi bakımından zorunlu bir görev olarak telakki eder:
Kâfir — İnsan nedir?
Mümin — Allah’ın aynası…
Kâfir — Neye memurdur?
Mümin — Mukaddes emanete…
Kâfir — Mukaddes emanet ne demektir?
Mümin —Allah’a ermek sırrı…
Kâfir— Nasıl erilir?
Mümin — Kullukla…
Kâfir — Kulluk nasıl olur?
Mümin —Allah’ın emir ve yasaklarına baş keserek. (1)
Üstad bu durumu bizim zaviyemizden, yani Anadolu insanı gözüyle şu iki satırla özetliyor.
‘’Yüzlerce yıl keşfedilemeyen, hep yabancılar elinde sömürülen, bir türlü kendi kendisinin efendiliğini alamayan Anadolu’nun derdi!… Şuurlandırılamayan dert..
Son birkaç asırdır Batı’nın bizzat kendisi ve onun içimizdeki sadık ajanları sayesinde bilinçli ve sistematik bir şekilde mukaddesat-maneviyat yıkımı tüm hızıyla sürdürülmüştür. Bu hastalığı gören, sahtelikleri anlayan ve bunların canına ot tıkayan ilk padişah 2. Abdülhamid olmuştur. (ama gücü bir yere kadardı ve zamanı yetmedi )
Bu devrelerin en sonuncusunda ise artık iş işten geçmiş ve deyim yerindeyse mukaddes emaneti kökünden devirmek ve bu topraklardan silmek isteyenlerin yaptığı çalışmalar meyvesini vermeye başlamıştır. Yahudi ve masonların işbirliğiyle mukaddesatımızı tasfiye etmeye bu son devrede başlanmıştır. Yani sonun başlangıcı işte bu son devre..
‘’Mezarda kan terliyor babamın iskeleti,
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?’’ (2)
Sadece onlar mı suçlu? Bizim suçumuz yok mu? Asırlarca gafletten uyanamayan bir millet üzerinde elbette oyunlar oynanır, projeler çizilir ve bunlar tatbik edilmeye başlanır. Ama iş işten geçtikten sonra ağlamaktan başka çaremiz kalmıyor maalesef. Tıpkı Endülüs Emevileri’nin son Hükümdarı Abdullah Sagir gibi.. Ülkesi işgal edildikten ve o da ülkeyi terk ettikten sonra, geriye baktığında muhteşem Elhamra Sarayını görünce ağlamaya başladı. Annesi ona tarihe mal olmuş şu sözü söylemişti: Ağla utanmaz, ağla. Erkekçesine vatanını, dinini, müdafaa ve muhafaza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.
Bizim Abdullah’tan tek bir farkımız var; hala bu topraklar bizim ve bu topraklar üzerinde yaşıyoruz.
‘’O’nun mukaddes emanetini, asırlarca koruduktan, zaman ve mekanın zirve noktasına çıkardıktan sonra, iki felaketli devre halinde, önce hikmetsiz yobaz ve peşinden nasipsiz kafir elinde pörsütülmüş ve çöplüğe atılmış gören Türk, şimdi onu bütün saffet ve asliyetiyle ihya etmek ve bu muazzam hamlenin yeni kaynağı olmak memuriyet ve mesuliyeti altındadır. Evvela kendisine, sonra İslam âlemine en sonra da insanlığa sunulacak kurtuluş iksiri, petrolden evvel sondaj burgusunu, beyin beyin ve yürek yürek daldırıp bu iksiri bulmak. Burada bozulan, burada bozulup bütün İslam âleminde bozulanı, burada düzeltip bütün İslam âleminde düzeltmek! Dava bu. Ve sonra Allah’ın Türk’e bahşettiği tarihi kader tecellisindeki imtiyazla tek noksanı olmayan bir tamamlık içinde Batı’nın karşısına çıkıp ona, yaşanmaya değer hayatın örneğini vermek. Türk şu haline rağmen bu kadar büyük bir teklif aldı. Ve ‘Ya ol-Ya öl’ çizgisinin orta yerinde şimdi, ölüm güdücülerinden sonra hayat güdücülerini beklemektedir’’ (3)
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik…
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir çığlık kopararak “mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…
Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik…
Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında “Hakimiyet Hakkındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik… (4)
ABDULLAH — (Başı hafif kalkık) Mukaddes emaneti unutma!…
KIZINDAN TORUNUNUN OĞLU — Allah Allah… Allah… (5)
1) Mü’min Kafir
2) Destan
3) 1400 hitabesi
4) Gençliğe hitabe
5) Mukaddes Emanet
Üstad Sınıfı / Abdulhamid