Gözyaşı Ve Dua
GÖZYAŞI VE DUA
Gözyaşı insanda en büyük nimet; lafı da edebiyatı da sefalet mi sefalet… ”Ağladım, ağlıyorum, ağlıyor!” demekten başka sözü olmayan, gözyaşlarına dereleri, yağmurları, çağlayanları misal gösteren küçük hissilerden iğrenirim. Ne büyük şeymiş o gözyaşı ki, ucuz edebiyata ve katibane ifadelere düşürülünce, tükürük altında pıhtılaşmış bir cıva damlası gibi muazzam keyfiyetini kaybediveriyor. Dile gelmez şartların ifadesi olan gözyaşı, bu şartlardan uzak nakil tekerlemeleri içinde hemen ölüp gidiyor.
Gözyaşı bir keyfiyettir; sırf keyfiyeti yakalayamamak öfkesi içinde, ona ve kendime hakaret ihtiyaciyle bir kemiyet ölçüsüne başvurayım mı?… Eski Roma’da da, küçük minicik ağlama şişeleri varmış… İşte 353 gündür hapishanedeyim; bu şişelerden tam 353 tanesini doldurdum. Böyle mi diyeyim? Kısaca ve sadece her gün sabahtan akşama kadar ağladım desem nasıl olur? O kadar çirkin olur ki, 353 şişenin mevcudu bir anda buhar olup gider ve şişeler çatlar.
Ben ağlamadım; ağlamanın nerelerden başlayıp nerelere kadar uzandığını gören bir adam olarak, işporta malı cam boncuklarla radyum kristallerini nasıl tartabilirim?Ben ağlamadım; hiçbir gözün işlemediği ve ilahi nazarın bütün azametiyle huzmeleştiği köşelerde, tenhalarda, yorgan altında, masa üstünde göl olur gibi haller geçirdim. Mazgalvari bir cami penceresinde süzülen bir ışık sütunu altında, ruhumdaki dipsiz okyanusun, en uzak damlasına kadar gözlerime abandığını duydum. Bu ağlamak mıdır?
Ben ağlamadım; 353 gün, helaya giderken heladan çıkarken, yıkanırken, giyinirken, yemek yerken, okurken yazarken konuşurken, yalnız bu okyanusun, gözlerimi birer şişe mantarı gibi dışarıya fırlatıp atmaması ve yerlere dökülmeye başlamaması için çabaladım. Hele namaz kılarken, hele namaz kılarken… Ne müthiş bir tarla haline gelmiştim. Uçsuz bucaksız gözyaşı tarlası… Mahsulünü biçtikçe her başağın altından bitiyor ve bu bin başaktan her biri bin başak olmaya gidiyordu. ”Bereket“ mefhumunun sırrı üzerinde çok düşünmüş bir insanım amma, ben böyle bereketi madde mikyası üzerinde hayal etmeye zorlanmaktansa, akla böyle bir yük binip binmeyeceğini hesaba mecbur olmaktansa, peşinen aklımı kaybetmeye razı olabilirdim. Fakat kabul ettiklerimizle etmediklerimizi bize soran mı var? ”Aklımı veririm de yine kabul etmem!” dediğimi, aklım başımda olarak kabul ettim. Ve yalnız gözyaşı döktüm. İnsan gözünün olmadığı her yerde ve her an ağladım. Nihayet hiçbir vesile kalmayınca o anda ve o yerde kimsecikler bulunmaması, derhal çenemin buruşmasına ve gözlerime yaş hücum etmesine kafi vesile oldu. Madem ki seni gören yok, hadi başla ağlamaya!.. İşte biri geliyor hemen ağlamanı kes ve gözlerini sil… Geçti, gitti ve seni görmedi devam!..
Zevcemden aldığım bütün mektuplar, ara sıra açıp bazı anılarımı kaydettiğim bir ”ilm-i hal” kitabı, hep etrafı çizilmiş, tarihi atılmış ve zamanı dondurulmuş gözyaşı daireleriyle kaplı… Bana artık “Allah “ demeyin, ”Peygamber” demeyin, ”vicdan ve merhamet” demeyin, ”evin ve çocukların” demeyin, o türlü ağlamaya başlarım ki, bana deli dersiniz! Evladcığım Mehmed’in yüzü ise büyük, büyük tükenmez gözyaşı okyanusunun, küçük bir hamamtası içinde başıma devrilmesi için kafidir.
Allahım; sana, senin için, hikmetlerin için ağlayan kulunun, arada bir çocuğunun yüzüne muhtaç olmasını affet!.. Affet Allahım; benim ibadetim de kusurludur. Her halim riya ve her anım kusur… Ben kul olarak ne kadar yükselsem hep böyle kalacağım!.. Ve Sen affedeceksin!.. Onun için değil midir ki, ”Rahmetim her şeyi geçti!” buyurdun?..
Sıra duaya mı geldi?.. O insanın biricik sesi, biricik vücut hikmeti , biricik varlık temeli… O şiirin de fikrin de ilmin de hikmetin de yüksele yüksele erişebileceği ve yalnız kendisinden ibaret kalacağı tek zeveban noktası…
Bir şimşekle lisanın bütün nisbetlerini feza boyunda bir kağıda döken fırlayışlarla ettiğim duaların hesabını nasıl vereyim?Onları parça parça, zira çok yerde gördünüz.
Kalbim ve ellerim karıncalanarak, benden çıkıp ta Arşa yükselmek ve oraya takılmak isteyen incecik ruh ipliklerini görür gibi oluyor ve haşyetle mırıldanıyorum:
“Allahım; sen kabul etmiyeceğin duayı ettirmezsin! Allahım sen sevmediğin kulunu bu dehşetlere düşürmez, bu türlü ağlatmazsın! Allahım Kelamın üstündeyim ve onu aramızda yabancı bir perde gibi görüyorum!
Allahım; boğulmak, yıkılmak, berhava olmak üzereyim!.. Allahım, güzel Allahım!.. Sen hiçbir nefse takatından fazla yük yüklemezsin!.. Beni ensemden bir kedi yavrusu gibi tut ve kaldır! Beni bu imtihandan muzaffer çıkar! Ey güzelliğin, iyiliğin, merhametin, kudretin yaratıcısı Allahım!.. Bilen sensin, sen bilirsin Allahım…”
(Cinnet Mustatili, Büyük Doğu Yayınları, 10. Baskı / s. 258-261)