Mucize

MUCİZE

Bir mucize… Gelip geçmiş bütün nebi ve resullerin mucizelerinden üstün bir mucize… İlk ve son Resule ait ve O’nun bütün mucizelerini doğrulayan ve tamamlayan bir mucize… O mukaddes parmağın göğe döner dönmez kameri ikiye bölmesi, okunu yerleştirdiği kurumuş pınardan su fışkırtması, temasiyle hastaları şifaya kavuşturması ve daha niceleri gibi, akıl ve hesap üstü harikaların 1300 şu kadar yıl sonra hakikatini suratlara çarpan bir mucize…

Bir mucize ki, Burak isimli at üzerinde ışıktan hızlı bir süzülüşle feza ötesine geçen ölümsüzlük müjdecisinin nurundan mahrum kalmaktaki dipsiz karanlığı, mucizeler arasında en büyüğü, toplayıcı ve belirticisi olarak göstermekte; fakat kimse, güneş söndürülünce ne olacağını gösteren bu mucizeyi farketmemekte…

Anlaşıldı mı?

Türkiye’nin ve İslâm âleminin bugünkü hali, Allah Resulüne ait mucizelerin, hiçbir peygambere nasip olmamış, en büyüğü!.. Tersinden mucize… O’nun nuruna malik olmanın tarih dolusu mucizeleri yanında aynı nurdan mahrumluğun bir milleti ne hale getirdiğini belirten, mucize üstü mucize…

Bu mucize, yükselişini o nura borçlu milletlerin tecelli çerçevesindedir ve bunların başında Türkiye vardır.

Başkalarının; büyük hayatı O’nun nur dairesi içinde tadmamış ve yükselişleriyle alçalışlarını kendi çalışma veya uyuşma sebeplerine bağlamış olanların bu mucize tesellisinde yerleri ve payları yok… O yalnız bize ait; “müslümanım!” dedikten, onun mukaddes mîsakını imzaladıktan ve dünya çapında mükâfatını cebe indirdikten sonra, bütün bir devre boyunca vecd ve aşkını yitirenlere, peşinden de hikmet ve hakikatine dil çıkaranlara ait… Tek kelimeyle İslâmın nurunu kaybedenlere ait…

İşte şu anda biz, asırlarca İslâmın kılıcını ve tahtını temsil etmiş tarihimiz önündeki yürekler acısı vaziyetimizle, en büyük mucize çapında bu ters tecellinin mihraklaştığı bir ülke manzarası arzediyor ve başımıza ne geldiyse sadece o nuru kaybetmekten geldiği hikmetini yaşatıyoruz.

Malûm, tarihî devreler içinde terakki ede ede gelen bu hâl, felâketimizin hasad mevsimi diye gösterebileceğimiz İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında birdenbire patlak vermiştir. Her sahada bütün dayanak noktaları çökmüş, muvazeneler bozulmuş, demokrasi (palyatif)leri altında maraz büsbütün azmış, gidenlerden hiçbiri tam suçlandırılamamış ve gelenlerden hiçbiri teşhise yanaşamamış, bunlara karşı yapıcı olmak isteyenler kökünden yıkıcı olmuş, arada inkisar ve hayâl sükûtundan başka hiçbir zuhur görünmemiş; ve nihayet, işte, bizim için, göğün bütün güneşleri söndürülmüş gibi bir manzara doğmuştur.

Bu, tersinden öyle bir mucizedir ki, toprağının her zerresi Kerbelâ acısı çeken ve ağzını göklere açmış yaka-ran bir tarla gibi, (antitez) halinde yağmurun, rahmetin kıymetini haykırmaktadır. Yağmurun olmadığı yerde ne olduğunu gösteren zıddiyle sabit mucize, O’nun mucizesi…

“Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”

(Türkiye’nin Manzarası, Büyük Doğu Yayınları, 7. baskı / s. 173-174-175)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.