Mehmet Kısakürek: ” O, Eser Verdi “
MEHMET KISAKÜREK: ” O, ESER VERDİ “
Mehmet Kısakürek ile 20 Mayıs 1985 tarihinde yapılan bir röportaj:
ÜSTAD NECİP FAZIL’IN OĞLU MEHMET KISAKÜREK: “O, Eser verdi”
Üstad Necip Fazıl Kısakürek Cumhuriyet Dönemi edebiyat ve fikir dünyamızın önemli şahsiyetlerindendir. 26 Mayıs 1905 tarihinde İstanbul’da doğan Necip Fazıl aynı ayın aynı gününde, iki yıl önce yine İstanbul’un kutsal mekânlarından Eyüp topraklarına verilmişti. Yüzü aşkın eseriyle, fikirleri istikametinde yetiştirdiği talebeleriyle, adını fikir ve edebiyat dünyamıza nakşeden Necip Fazıl’a doğumunun 75. yıldönümü münasebetiyle Türk Edebiyatı Vakfı tarafından Sultanü’ş-Şuâra (Şairler Sultanı) unvanı verilmişti.
Büyük Doğu Mecmuası’nın bayraktarlığını yaptığı “Büyük Doğu Hareketi’nin fikir babası olan Üstad, düşünce ve yazılarından dolayı yıllar süren mahkûmiyetler giydi. Şiirlerini ihtiva eden “Çile” adlı eseri en fazla satan şiir kitabı hüviyetini koruyor. Edebiyatın her türünde eser veren “Çile” şairi, vatan çapındaki konferanslarıyla milletimizin gönlünü fethetti. İki yıl önce kaybettiğimiz üstadın çocukları ve talebeleri O’nun şânına yakışır anma ve çalışmaların hazırlıkları içinde bulunuyor.
Necip Fazıl Kısakürek’in bütün eserleri Büyük Doğu Yayınları tarafından okuyucuya sunuluyor. Yayınevinin çalışmaları hakkındaki sorularımızı Üstad Necip Fazıl’ın büyük oğlu Mehmet Kısakürek cevaplandırdı:
Büyük Doğu Yayınları olarak “Necip Fazıl Kısakürek-Bütün Eserleri” dizisini çıkarıyorsunuz. Bu külliyatın yayın programı nasıl başladı, nasıl gelişti?
Temmuz 1983 başlarında, hayatımızın en müthiş Mayıs’ından, dünyamızdaki mevcut her şeyin uçup yok olduğunu sandığımız -bu hissi kimse anlayamaz- Mayıs 1983’den bir buçuk ay kadar sonra, ayağa kalktık. Büyük Doğu idarehanesine gittik. Baktık ki, tepemizde süzülen bir sürü akbaba… Ustad’ın, Üstad gibi bir insanın sağlığında maddî dertlerinden, günlük geçim sıkıntılarından faydalanıp O’nun kaniyle şişmiş sürüyle rezil… Bunlara, bir de utanmadan müslüman geçinip, her Cuma Cağaloğlu ve Beyazıt civarındaki mescitleri saf saf dolduran bu ölü soyucu kitap tüccarı sefillere telif kaptırmak ha… Yahut da dost bilip sadece istişare maksadiyle kapılarını çaldığımız ve moral yerine “siz bu işi yapamazsınız; bu iş yüklü bir işletme sermayesi gerektiren şirket işidir” cevabını aldığımız dağıtım ve bazı semirmiş kitap şirketlerinin ortaklık tekliflerine boyun eğmek…
Bu konuda Üstad’ın bildiğiniz yazılı vasiyetinden başka, bir de sözlü vasiyeti, daha açık bir ifadeyle SON TALİMAT’ı vardı; ve eserler, bunun gereği ve boynumuzun borcu olan “mutlak murakabe” şartından gayrı, tam bir toplama ve tasnif çalışması gerektirirken, böyle bir ihtimale, ihtimal aleminin kafamızın içindeki düşünce hanesinde bile yer yoktu.
Evvela ne lâzımdı?.. Tulumbaya ilk hareketi verecek bir maşrapa su… Yani bir miktar para… Ne yapalım? Bir abone kampanyası başlatalım dedik.
Abone kampanyası ve Üstad’ın ifade ettiği mânâ veya eserlerin keyfiyeti karşısında İslâm sermayesi ve müslüman tüccar… Burada biraz duralım. Bu eski yaramızdır ve; İslâmın ruhundan, emrettiği içtimaî şuurdan muhitlerinin tersine, onlarla mesai birliği içine giren zenginlerimizin halleri bizzat Üstad’ın ifadesiyle şudur:
İslâm sermayesi ve müslüman tüccar… Bu büyük bir problemdir! Ben söyleyeceğimi söyleyeyim: Bizde nesiller boyunca, İslâm davasının nasıl bir yılgınlığa uğratıldığının en güzel timsali bugün müslüman tüccardır. Bütün müslüman tüccarları buraya toplasanız, sermayeleri milyarları aşar. Fakat bu sermayeler arasında en küçük ittifak yoktur; ve bunlar mallarını, helâl olan mallarını bir hırsızlık malı gibi koruma davasındadırlar. Şuursuzdurlar.
“Halbuki, biliniz; bugün Avrupai mânâda modern iktisatta, sermaye şuur emrindedir. O kadar ki, bir köpeğin bile sermaye şuuru vardır. Kemiği gömer, zamanında çıkarır… Evet şuursuzdurlar. Yalnız nefslerine… Vakit geldi; öğle namazı, ondan sonra yine hesap… İçinizde umarım ki, din kaidelerinin inceliklerini bilenler de vardır. Zekât… Bunlar arasında zekâtını veren pek çok kişi bulunur sanırım. Evet, bunlar zekâtı, bir takım açları arayıp, sokakta bir takım üşüyenleri arayıp, sırtına bir battaniye ve ağzına bir lokma ekmek koymaktan ibaret bir tahsis zannediyorlar!.. Zekâtı bilmiyorlar!.. Zekât, en başta İslâmî davadaki cihat ehline verilir!… İslâmî tertiple aşağı doğru gider. Onlarsa şüphecidirler. Şüphe… Bir kahve içmeye gitseniz “acaba kaç para isteyecek?” şüphesi vardır. Bu da felâketimizin ne hazin bir köşesi!.. Ne şâyân-ı dikkat bir köşedir. Bir gün sordum birine: “Yahu sen bana yardım ediyorsun… Benden bir tek mısra biliyor musun? Bir tek cümle hatırında mı?..” Yok!.. Elli tane abone olurlar, ellisi de köşede, üzerinde sinekler danseder durur.”
Yine de, dün bir tencere elinde çomak sabun karıştırırken, Üstad’ın bir ricasiyle büyük bir demir tahsisi kopararak ve bu sayede bugün her gece televizyonda milyonlarca liralık reklamını izlediğimiz bir sabun holdinginin patronu olan zat başta olmak üzere, gittik, bir takım kapılar çaldık: “Abone olun! Alın, alma imkânı olmayan fakir müslüman gençlere dağıtın! Yahut ne isterseniz onu yapın!”
Hayır!…
Ve nihayet, “Çile”nin tek baskısı için masamıza mühimce bir para basan tefeci bir kitapçının paralarını yüzüne çarpıp, bir kâğıt tüccarından “paramız olursa öderiz!” kaydiyle aldığımız bir kitaplık kâğıtla, Eylül 1983’te, bir ay sonrasını bile düşünmeden dizinin ilk kitabı olan “Hikayelerim”i piyasaya çıkardık.
Sonra arkası geldi. Yapamazlar dendi, toslarlar dendi, şu dendi, bu dendi. Yaptık ve Allah’a şükürler olsun ki toslamadık. Yayın, içimde yara olduğu için biraz etraflı anlattığım görüldüğü şekilde başlamış ve kendi kendine gelişmiştir. Nasıl geliştiğinde ise hiçbir matematik izah ve başta ben olmak üzere bir şahıs payı mevcut değildir. İnancım odur ki, her şey, Büyük Doğu İdarehanesine arada bir ayak süren Allah dostu üç-beş seyyidin duaları sayesindedir.
Şimdiye kadar yayımladığınız eserler… Önümüzdeki aylarda hangileri çıkacak?
Tek tek saymıyayım… Şükür ki, ezici piyasa şartlarına rağmen şu ana kadar Üstad’ın 41 eserini 27 ciltte toplamış bulunuyoruz. Aynı piyasa şartları yayın programımızda sık sık değişikliklere yol açtığından, önümüzdeki aylarda hangilerinin çıkacağını belirtmek istemiyorum.
Eserlerden tür olarak en fazla alâka çekeni…
Eserler, tür olarak değil, tüm olarak alâka çekmektedir. Tabi Çile’nin yeri başka…
Külliyatı tamamlarken veya tamamladıktan sonra üstadla alâkalı yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
Yapmayı düşündüğümüz çalışmalar değil, yapmak borcunda olduğumuz bir takım mükellefiyetler var… Zamanını bekliyor.
Sanat edebiyat çevreleri ile basının yayınlarınıza karşı ilgisini nasıl buluyorsunuz?
Üstad demişti ki: “Memleket ağaçtan yana her gün biraz daha kelleşirken, ahmaktan yana, ortalığı güneş sızmaz ormanlar kaplıyor…”
O, eser verdi. İnsandaki algı mekanizmasının, idrak fakültesinin böylesine körleştiği bir toplumda, elbette ki, kendilerini sanat ve edebiyat çevrelerinin temsili makamında görenlerin ilgisine muhtaç değiliz. Basının ve yobaz sol çevrelerin bu çapta bir fikir ve sanat hadisesine arkalarını dönüşü ise, tersinden bir ilgidir ve ancak bizi sevindirir.
Bu dizide üstadın yayımlanmamış eserleri de yer alacak mı?
Bu dizide, Üstad’ın yayınlanmış veya yayınlanmamış olan bütün eserleri yer alacaktır.
(20 Mayıs 1985)
[ Mehmet Nuri Yardım’ın “Türk Şiirinden Portreler” isimli kitabından iktibas edilmiştir. ]