Necip Fazıl’ın Aynasından Yunus Emre
NECİP FAZIL’IN AYNASINDAN YUNUS EMRE
Şahin KÖKTÜRK
Poetikanın; sınırsız, sonsuz bir umman olan şiiri sınırlandırdığı görüşünü dile getirenler olsa da birçok şair, şiir sanatıyla ilgili görüşlerini ifade etmişlerdir. Bu konuda öncelik payesi “Poetika” adlı eseri ile Aristo’nundur. Türkçe poetikalar içinde ise en dikkat çekeni şüphesiz, çok yönlü sanatkârlığı seven sevmeyen herkes tarafından kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek’e aittir.
“Arı bal yapar fakat balı izah edemez” cümlesiyle başladığı poetikasında Necip Fazıl, şiirin başlıca iki büyük unsura sahip olduğunu söyler: His ve fikir… “şiirin nescini (dokusunu) ören iç ve dış unsurlar, onda, iki büyük ve ayrı vücuda yer verir: Kütük ve nakış… Kütük şiirin ana maddesi, his ve fikir yekûnundan ibaret muhtevası… Nakış da, bütün bu his ve fikir muhtevasının “ambalaj” zarafeti, “estetik” ve “fonetik” havası, giyim ve kuşam oyunu…” (Kısakürek, 2002, 478-9).
Bu kütük-nakış ikilisine göre şiirleri dörde ayırır: “1. Hem kütüğü var hem nakışı, 2. kütüğü var nakışı yok, 3. Nakışı var kütüğü yok, 4. Ne kütüğü var ne nakışı… Bir şair bu dört sınıftan birine girmeye mahkumdur. Bütün fâni ve günübirlik irca ve kıyasların üstünde kanat çırpmış büyük sanatkârlar birinci sınıfa dâhildir.” (Kısakürek, 2002, 480).
“Ehil-i dil birbirin bilmemek insaf değil” anlayışınca herhâlde deha çapında bir sanatkârı da yine aynı vasıflara sahip diğer bir sanatkâr takdir edecektir. Yukarıda şiir sanatına dair görüşlerinden küçük bir kısmını alıntıladığımız Necip Fazıl’ın, belirtilen ölçülere uymayan bir şairi beğenmesi ve ona şiir yazması elbette düşünülemez. Buradan hareketle rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Yunus, “bütün fâni ve günübirlik irca ve kıyasların üstünde kanat çırpmış büyük sanatkârlar” sınıfına dâhildir.
Yunus’u çağlara meydan okur bir heybete kavuşturan nedir? Türkçe söylemiş olması mı, hümanizmi mi, dindarlığı mı, âşıklığı mı, dervişliği mi, kısacası dile getirdiği konular mı? Yoksa bu konuları söyleyiş tarzı mıdır? Şerif Aktaş’a göre “Yunus, bir fikrin sözcüsü değil belli bir duyuş tarzıyla, belli bir dönemdeki Türk’ün kolektif şuurundan hareketle, insanda değişmez olan bazı özellikleri şiirin imkânlarıyla terennüm eden” (Aktaş, 1994, 13) mutasavvıf bir şâirdir. Eğer hakikaten Yunus bu özelliklere sahip olmamış olsaydı yedi yüz yıldır her vesileyle hatırlanmaz, çağları aşıp günümüze gelemezdi. Her dönemde insanlar onda kendinden bir şeyler buluyorlarsa, bu, onun şiirlerindeki kütük ve nakış mükemmelliğinin göstergesidir. Nitekim 13–14. yüzyıl için değil de sanki günümüz için söylemiş gibi ter ü taze olan ve şekilciliği yeren şu şiirinde olduğu gibi:
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Hırkanın ne suçu var sen yolunca gitmezsen
Vargel yolunca yürü er yolu kalmak değil
Durmuş marifet söyler erene Yunus Emre’m
Yol eriyle yoldadır yolsuza yoldaş değil” (s.113).1
Her çağın okuyucusu Yunus’un bu şiirine devrine göre anlam yükleyebilecektir. Essüremli bir bakışla bu mısraları günümüze uyarlamak mümkündür. Kılık kıyafet ile erdemli olunmaz. Erdem insanın içindedir ya da Ziya Paşa’nın deyişiyle: “Beç-mâya olana necabet mi verir üniforma”. Tersinden bir okuma ile de herkes büründüğü kisvenin hakkını vermelidir.
Necip Fazıl’ın Aynasındaki Yunus
Necip Fazıl’ın Yunus’u terennüm ettiği iki şiiri mevcuttur. Bunların ilkinde millete mâl olan ve asırları aşıp çağımıza da ışık saçan bir şairi, çağımız şairinin aynasından seyrederiz. Bu aynaya Yunus söyle aksetmiştir.
BİZİM YUNUS
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Okunu kör nefsin, kılıçla çelmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Ölüm dedikleri perdeyi delmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Eli, kâtile de kalkamaz elmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Zaman onun kement attığı selmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Toprakta devrilmiş, göğe çömelmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:
Sayıları silmiş, BİR’e yönelmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus..
Bu manzumede ilk dikkati çeken nokta, şiirin başlığıdır. Bu başlıktaki anlam evrenine girebilmek için Yunus’un şu menkıbesini bilmek gerekir: Menkıbeye göre Yunus, şeyhinin buyruğu ile çıktığı irşat gezisini tamamlamış, bu ayrılık esnasında Tapduk Emre’yi çok özlemiştir. Bu hasretle şiirler söylemektedir:
Şol benim şeyhimi görmeye kim gelir
Zevk ile Safâlar sürmeğe kim gelir
Bu hasret duygusu içinde bir kuşku da içini kemiriyordu. Ya Tapduk Emre Yunus’u unuttuysa!… Bu endişe ile dergâha döndüğünde derdini Anabacı’ya açar. Anabacı ona:
-Ey Yunus, Taptuğumuzun gözleri artık görmüyor. Sen şu eşiğe boylu boyunca yat. Namaza çıkarken ayağı sana dokunur. “Bu kimdir?” diye sorar. Ben de “Yunus’tur” derim. Eğer “Bizim Yunus mu, derse ne âlâ! Yok eğer “Hangi Yunus” derse var derdine derman ara, der.
Anabacı’nın dediği gibi yaparlar ve Tapduk “Bizim Yunus mu?” diye sorar, Yunus Tapduk’un ayaklarına kapanır. (Kabaklı, 1991, 22).
Büyük sanatkârın ince nüfuz kabiliyetiyle Yunus’un halkın maşerî vicdanındaki müstesna yerini iki kelimelik zarif bir ibare ile şiirinin -başlığından son mısrasına kadar- her noktasına nakşeden Necip Fazıl, bizi “Yunus” isminin çağrışım zenginliği ile Yunus Kıssası’na götürürken, “Bizim” ifadesiyle de her zümreden insanın Yunus’u sahiplenişini dile getirmekte ve onu tekrar bize ulaştırmaktadır.
Şiirin bentlerindeki ilk mısralar da nakarat şeklindedir. Eğer bir şiirde tekrarlanan sözler anlam katmanlarını zenginleştirmiyorsa şairâne edâdan uzaklaştırıyor demektir. Hiçbir büyük sanatkâr bu yola tevessül etmez. Öyleyse bu tekrarlar bir amaca yöneliktir. Bu bağlamda şiire -bilinen formlara yeni bir fonksiyon ve mana yüklemek anlamına gelen- deneysel edebiyat cephesinden de bakabiliriz.
Şiir altı bentten oluşmuş. İlk mısra “Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş:” şeklindedir. Sanki bir masal veya efsane anlatılmaya başlanmıştır. (Bir zamanlar dünyanın bir yerinde/bir ülkede bir padişah yaşarmış ifadesinde olduğu gibi). Masallarda başlangıç formeli olan bu ifade şiirde her bentte tekrarlanır. Okuyucuya, bu masal her dem yeniden başlıyor/yenileniyor intibaı vermektedir. Bu intiba Yunus’un dilinde şöyle söze bürünür:
Biz sevdik âşık olduk, sevildik mâşuk olduk
Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası (s.385).
Şiirin altı bentten oluşmasının dikkat çekici bir yönü daha vardır. Bu şiirin yazıldığı tarihte (1972) Yunus’un ölümünün üzerinden 652 yıl, yani altı tam yüzyıl geçmiştir. Hep tartışılan konudur, “şair bunları düşünmüş müdür” denir. Rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Usta sanatkâr sezgiyle ibda ve inşa eder, sonuçta düşündürür.
Nakarat hâlindeki mısralardan sonra karşımıza Yunus’u farklı yönleriyle bize tanıtan altı mısra çıkar. Bu altı mısradan her biri yine Yunus’un mısralarında dile getirilen fikirlere göndermelerle doludur.
İlkinde, kör nefis, ok atan bir ele benzetilmiş. Yunus, nefsin attığı oku bir başka savaş âletiyle -kılıçla- çeliyor. Bu güzel benzetme bize tasavvufun asıl meselesi olan nefisle mücadelede Yunus’un ne kadar mâhir olduğunu anlatıyor. Çünkü atılan bir oku kılıçla çelmek değme babayiğidin harcı değildir. Nitekim Yunus der:
Nefsin müsemman etsin var ise kerameti (s.383).
İkincide, nefsine gâlip gelen Yunus’un, hem mânen hem de maddeten -yani eseriyle- ölümsüzlüğe eriştiği fikri işlenmektedir. Zaten maharet, “ya ölmeden önce ölmek, ya ölüp de ölmemektir. Yunus ölüm denilen perdeyi aşk kılıcıyla nefsini öldürerek delmiştir:
Âşık öldü diyü salâ virürler
Ölen hayvan durur âşıklar ölmez (s.123).
“Eli, kâtile de kalkamaz elmiş…” mısraında derviş Yunus’u ve yaşadığı devri görürüz. Hakikaten Yunus’un yaşadığı çağ kâtillerin cirit attığı, insanların hayatlarından emin olamadıkları bir devirdir. Buna rağmen Yunus kılıcın değil sözün gücünü kullanmıştır. O şöyle demektedir:
Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın
veya
Kim bize taş atar ise güller Nigar olsun ona
Vurmaklığa kastedenin düşem öpen ayağını (s.379).
“Zaman onun kement attığı selmiş…” mısraında sel gibi akan zaman, bir vahşi atın kement ile zapt u rapt altına alınmasına benzetilmiş. Akla hünerli bir biniciyi getiriyor:
“Atımız eyerlendi estik elhamdülillah” (s.297).
Yunus’un meşrebini en güzel anlatan mısra bu olsa gerektir: “Toprakta devrilmiş, göğe çömelmiş…”. Tevazu, alçakgönüllülük insanı yüceltir, kibir ise alçaltır. “Bizim bir karıncaya bile ulu nazarımız vardır” diyen Yunus hep “toprağa beraber” yaşamıştır. Nitekim;
Miskinlikten buldular kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler yüksekten bakar ise
(…..)
Yunus yoldan ırmasın, yüksek yerde durmasın
Sinle-sırat görmesin sevdiği didar ise (s.306). demektedir.
Son mısra, Yunus’un hayatının belki de biricik gayesini, sevdiğine olan iştiyakını dillendirir: “Sayıları silmiş, BİR’e yönelmiş…” Bu mısra, Yunus’un da nihaî amacı olan fenafillâh mertebesine ulaşma, çokluktan kurtulup ‘teklikçe kavuşma arzusunun ifadesidir:
İkilikten usandım, birlik hânına kandım
Derdi şarâbin içtim, dermânım yağma olsun (s.279).
Bu şiire topluca bir göz atıldığında efsaneleşen bir şairimizin edebî-fikrî şahsiyetindeki farklı yönlerin altı mısra içinde yogunlaştırıldığı görülmektedir.
Yunus Aynasında Necip Fazıl
Necip Fazıl’ın Yunus’a ithafen yazdığı ikinci şiir, halk şiiri şekillerinden koşmaya mükemmel bir örnektir. 11’li hece vezni, güçlü kafiye örgüsüne sâhip bu manzumenin bir koşmadan tek farkı mahlasının olmamasıdır. Bu şiirde Üstat, Türk halk şiirinin sadece şekil yönünden değil, muhtevasından da yararlanmıştır. Kaynağı ise Türk halk şiirinin diğer güçlü kolu olan ozan-âşık geleneğinin zirve ismi Karacaoğlan’dır. Onun (göller, güller, dallar, teller, diller) “perişan” redifli koşmasında yer alan aşağıdaki dörtlüğü;
“Hayal hayal oldu karşımda dağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Dökülmüş yapraklar, bozulmuş bağlar
Bülbülün konduğu dallar perişan” (Cunbur, 1985, 76).
Yunus Emre şiirindeki ikinci dörtlükle hemen hemen aynıdır. Üstad, Yunus’a olan hasret ve iştiyakını bu koşmadan aldığı ilham ile şöyle mısralara dökmüştür:
YUNUS EMRE
Kaç mevsim bekleyim daha kapında,
Ayağımda zincir, boynumda kement?
Beni de piştiğin belâ kabında,
O kadar kaynat ki, buhara benzet!
Bekletme Yunus’um, bozuldu bağlar,
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar;
Veriyor, ayrılık dolu semâlar,
İçime bayıltan, acı bir lezzet.
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim, izine doğru arkandan;
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,
Medet ey dervişim, Yunus’um medet!.. (1926)
Bizim Yunus’ta Necip Fazıl’ın aynasından Yunus görünürken Yunus Emre adlı şiirde ise Yunus aynasından Necip Fazıl görülmektedir. İki şiirin kaleme alınış tarihleri arasında yaklaşık yarım asır vardır. Tarih itibarıyla önceliği olan bu şiirde Necip Fazıl kendisine Yunus gibi olmak, ona benzemek, onun geçtiği vadilerden geçmek hedeflerini koymuştur. Bu hedeflerden çoğunu gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.
Sonuç
Her şairin gıdalandığı kaynaklar vardır. Halk edebiyatı hemen her şair için vazgeçilmez, görmezden gelinemez kaynaklardan biridir. Necip Fazıl da halka mâl olmuş önemli bir şairimizi -Yunus’u- anlatırken bu gür kaynaktan -başta Yunus’un kendi şiirleri olmak üzere- hem şekil hem de muhteva açısından yararlanmıştır. Özellikle hece vezni onun önemli bir tercihidir. Çünkü aruzu, âhengi temin için manayı baskı altına alan bir faktör olarak görür. Poetikasında da zaten kütük ve nakış’ın birbiri aleyhine dengeyi bozmaması gerektiği düşüncesini dile getirir.
1 Yazı boyunca Yunus Emre’nin şiirinden yapılan alıntılarda parantez içinde verilen sayfa numaraları Mustafa Tatçı’nın eserine (Tatçı, 1990) gönderme yapar.
KAYNAKÇA
AKTAN, Şerif (1994). Yunus Emre’de Lirizmin Kaynağı, Yunus Emre (Makalelerden Seçmeler), (Haz.: Hüseyin ÖZAY-Mustafa TATÇI), İstanbul.
CUNBUR, Müjgan (1985). Karacoglan, Ankara.
KABAKLI, Ahmet (1991). Yunus Emre, İstanbul.
KISAKÜREK, Necip Fazıl (2002). Çile, İstanbul.
TATÇI, Mustafa (1990). Yunus Emre Divanı Tenkitli Metin, Ankara.