Eskişehir Hadisesi
ESKİŞEHİR HÂDİSESİ
Anadolu’nun 20’den fazla yerinde verdiğim ve Ankara’da beni halkalayan, tarihî, destan çapında alâkadan sonra Eskişehir’de tekrarladığım konferans, ilk defa olarak, alâkaların yine en büyüğü içinde bir (sabotaj) teşebbüsüne hedef oldu ve sırf benim sert ve (enerjik) müdahalem yüzünden, birkaç, daha doğrusu iki tane, gözü dönmüş tip, linç edilmekten kurtuldu.
Eskişehir garında, bana refakat eden 5-10 Üniversite genciyle indim ve büyük bir alâka çevresiyle kuşatıldım. Hazırlanmış, bekleyen otomobillere bindik, birer kahve içmek üzere büyük bir otelin lokantasına gittik.
Arkamızdan bir polis cibi gelmiş ve otelin meydan yerinde kamp kurmuş bulunuyor. Konferansa 15 dakika var… Haber geldi: salon hıncahınç dolu; ve 5-600 kişilik oturma yerinde 3000 kişilik kalabalık… Salonun altında ikinci bir salonda, ancak hoparlörlerle dinlemek imkânına malik, yine büyük bir yığın…
Arkamızda polisin maiyet (!) cibi, konferans yerine gittik, alkış, tezahür ve alâkayı tasvire çalışmak lüzumsuz… Vali muavini, Emniyet Müdürü, Birinci Şube Reisi, hâkimler, müdürler gibi hükümet ileri gelenleri de orada… Birçok öğretmen, yüksek tahsil genci vesaire…
Konferansın içinde, birisi bana bir kart getirdi.
Konferans içinde, bu türlü tartışmalara sözlerim bittikten sonra imkân bulunduğunu, fakat suallerin yazılı olmamasını, konuşmak isteyen her kimse iki kaşını ve alnını göstererek meydana çıkması gerektiğini bildirdim. Büyük alkış… Sol tarafımda, sete benzer bir köşede kamp kurmuş birkaç kişi arasında bir genç ayağa fırladı ve gayet öfkeli bir tonla, mutlaka böyle bir tartışma gerektiğini, bundan kaçamayacağımı, bunu karşılamak borcunda olduğumu söyledi ve sadece 8-10 kişi tarafından alkışlandı. Halbuki ben, onun teklifini evvelden kabul etmiş bulunuyordum. Bu gence, niçin bu kadar telâşlı olduğunu ve hangi peşin fikir ve maksada göre hareket ettiğini sordum. Bu defa da 3000 kişi beni alkışladı ve o tarafa doğru “yuha!”lar başladı. Heyecanı teskin ettim, dinleyicilerime kuvvetin ve salondaki fikir havasına hâkimiyetin bizde olduğunu, kuvvetin de karşı tarafa görüldüğü gibi şirret bir şey olmadığını, sabır ve tahammül gerektiğini anlattım. Sustular ve dinlediler. Tam 4 saat süren konferans ender bir vecd ve heyecan içinde alkışlandı. Hattâ onlar bile alkışladılar ve “ne o, alkışlıyor musunuz?” sualime “elbette!” diye cevap verdiler. Konferans sonunda Sakarya şiirinin okunması istendi. Tam şiiri okumaya hazırlandığım sırada o genç yine doğruldu ve haykırdı:
– Bize söz vereceğinizi vâdetmiştiniz! Şiir okuyorsunuz! Müslüman sözünde durur! Kaçıyor musunuz?
Yine bizimkiler tarafından haykırışlar ve yuhalamalar, “kahrolsunlar!” nidaları… Bin zahmetle heyecanı yatıştırdım ve gence döndüm:
— Ben daha kürsüden inmedim ve sözümü yerine getirip getirmeyeceğimi göstermedim. Bu türlü davranış ve suçlandırış, hiç bir ahlâk, edep ve terbiye ölçüsüne sığmaz. Elbette ki, sonunda söz vereceğim. Bunu tecrübe etmeden, üstelik aykırı olduğunuz bir imanın ahlâk kaidesinden faydalanmağa kalkışarak tecavüze yeltenmeniz hangi sıfata uyabilir?
Salonda yine bizim cephenin müthiş tuğfanı… O tarafta ise, artık silinmiş bulunan 7-8 yardakçıdan hiçbir eser yok… Sadece ortada kalmış ve maiyetleri tarafından terkedilmiş iki fert.. Biri, sözüm ona, doçent, öbürü asistan… Aynı akademiden, Adanalı bir grup da onlara her türlü hakareti yağdırmakta…
Mahut genç, kendisine karşı kalkan yumruklar ve naralar önünde feryadı bastı. Aynen ve gayet rahat, kaydediyorum:
– Kumarhanede basılmış olan bir adam, din propagandası yapamaz!
Artık vaziyet, her türlü fikir ve dâva haysiyetinin dışına çıkmış, ilim ve fikre aynı fakültelerle karşı duramayan belli başlı bir zümrenin en sefil, rezil ve bayat yalan ve ithamlarına dökülmüştü. Emniyet kuvvetleri mahut iki şahsın üzerine yürüyen büyük yığını durdurmaya bakarken, ben mikrofonu elime aldım ve haykırdım:
– Eskişehirliler! Bana sevginiz ve saygınız varsa durunuz ve beni dinleyiniz!
Âni sükût ve hareketsizlik…
– Yapacağınız her hareketi, şahsıma ve dâvamıza saygısızlık telâkki edeceğim! Bunları kendi hallerine bırakınız ve hiçbir mukabeleye tenezzül etmeyiniz! Sadece kim ve ne olduklarını biliniz, yeter! Bunu sizden aziz gayemiz adına rica ediyorum.
Ortalık sükûnet bulur gibi oldu. Fakat gözü dönmüşler, kendilerini konuşmak üzere kürsüye davet ettiğim halde ne geldiler, ne de sustular… Benim kadın âlemlerimden (!) ve içkimden (!) bahsetmeye kadar vardılar ve bugünedek hedef olduğum iftiraların en iğrencine düştüler. Salon, ihtarlarıma rağmen artık zaptedilecek halden çıktı. Emniyetin, onları abluka altına alması ve benim yırtınırcasına müdahalelerimle, artık haklarında hiçbir vasıf bulamadığım ve cinsleriyle sınıflarının takdirini okuyucularıma bıraktığım mahut iki genç paramparça olmaktan kurtuldu. Emniyet müdürünün ihtariyle salon boşaltıldı. Saat tutan “Yeni İstanbul” muhabirinin ifadesine göre, kalabalıktan ve bağlılık tezahürlerinden, merdiveni 10 dakikada inebildim, havaya kaldırılma teşebbüslerini en kat’î lisanla reddettim, otomobilimi kaldırmalarına mâni oldum ve Eskişehir caddelerini inleten alkış sesleri arasında uzaklaştım.
Doğmadan ölen 5 aylık kavanoz çocuklarının yenilik iddiasına göre “eski” kelimesi içinde ebedî yenilik sırrına âşinâ Eskişehir…
5.5.1965