Şahsiyet
ŞAHSİYET
Ruhları ve maddeleriyle sefil bazı turistlerin fing attığı yerlerden biri de Sultanahmet Meydanı. Benim de yerim (b.d. Yayınları) orada… Her sabah bu meydandan geçerken yâra üstüne yara alıyorum. O mide bulantısı kokonalar; ihtiyarlığına dek dünya diye birşey görmemiş de şimdi dünyayı tanımaya çıkmış gibi tutuk tavırlı, suratları hamakat mührü, kısa pantolonlu moruklar; sakal bıyık ve saç birbirine geçmiş, (Montekristo) adası firarileri halinde (Psikiyatri) kliniği mevzuu delikanlılar; dişi köpekliklerini mevsim tanımaz bir cömertlikle bütün seneye yaymış sözde kızlar, falan, filan ve Batının bu kusmuk temsilcileri karşısında, zilletlerin en acısiyle el açan cami kapısı dilencileri, (âsar-ı atika) dolandırıcıları, şarkkâri eşya sahtekârları, damızlık Türk erkeği sıfatiyle bıyık buran müsvedde zamparalar…
Bir gün turistler arasında ne görsem iyi?
Dizkapağının üstüne kadar çıplak bacaklı, kısa kol gömlekli bir herif, başına ciğer rengi bir fes geçirmiş. Türk’ten ziyade Türk edasiyle salınmakta değil mi?
Hayretten dondum.
Biz Avrupalıya yaklaşmak için ne yapsak, o buna aldırmıyor, bakmıyor, yalnız camileri ve eski eserleri geziyor ve bizde kalmayıp turist işportasına düşmüş bir şeyi, alaycı bir üslûple “nerede eski halin?” gibilerden bize ihtar ediyor.
Dâva feste değil, fesin remzlendirdiği mazide, mazinin karartılmış ruhunda. Avrupalı, görülmeye lâyık olarak bizde kaybedilmiş bir şeyi arıyor!
-Türkiye’nin Manzarası-