İlk Çile
İLK ÇİLE
Başımda ne sabit fikirler, kurcalayışlar, tırmalayışlar.
Evvelâ, daire, yuvarlak vehmine, kıskacına düştüm. Dünya yuvarlak, güneş yuvarlak, ufuk çepçevre yuvarlak, başım yuvarlak, bileğim yuvarlak, yuvarlak, yuvarlak… Her şey, her madde, bir dairenin sınırı içinde… Hattâ üç köşe, dört köşe şekiller bile nihayet, dairenin bükülmüş, zedelenmiş ve zorlanmış istihalelerinden başka bir şey değil… Maddenin madde olabilmesi için mutlaka bir dairenin hükmü altına girmesi lâzım…
Bu, yarı hikmetli, yarı mecnun vehim, tırnaklarını çocuk ruhumun zarına öyle geçirdi ve beni öyle sıkıntılı bir idrak cenderesine soktu ki, haftalarca ondan sıyrılamadım. Teki, tek olanı, mutlakı, mutlak olana arayan ruhum, aradığımın değil, kendi varlığımın sıkıntısı içinde bunalıyor ve «bedahet» dediğimiz seziş zevkini kaybettikçe anlamayı da kaybettiği hissini veren cehennemden beter bir azaba düşüyordu.
Bütün bedahetler, meccani ve hazırlop insan emniyetleri nazarımda yeniden gerçekleştirilmesi lâzım birer mahiyet alıyordu. İnsanların kaşları, gözleri, parmaklan bile tuhafıma gidiyor, bunları ilk defa görüyormuş ve sebebini anlayamıyormuşçasına bir garabet duygusu beni kaplıyordu.
Bir de, bu hislerin arkasında, hayâle sığmaz korkular:
— Ya bir sabah kalkar da, kendimde, konuştuğum dilden tek kelime bulamıyacak olursam?
— Ya hafızamı, tabiî zevklerimi, bütün insan ve eşya münasebetlerini idare eden emniyet duygumu kaybedersem?
— Öldükten sonra ebedî hayat… Cennet veya Cehennemde ebediyet… Sonu olmamak? Hep var olmak, hep var olmak?.. Bu dünyadaki devam ölçüsüne göre nasıl kavranır bu iş? Akıl patlamaz da ne yapar?
Bugünkü cevaplarından o zamanlar hiç birine malik bulunmadığım bu akrep sualler, çocuk beynimi dişliyordu. Ebedî hayata inanarak onu kavrayamamaktan gelen sıkıntım, ters istikamette, yokluğu kavrama istikametinde tecelli etseydi, işte o zaman aklımın patlaması gerekmez miydi?
Onu bugün düşünebiliyorum ve bugün biliyorum ki, «yokluk», o da bir «var», Allah’ın var ettiği bir «var»… Kısacası bir mahlûk.
(O Ve Ben, Büyük Doğu Yayınları, 24. baskı / s.44-45-46)