Pansiyon Yolu

PANSİYON YOLU

Genç üniversiteli, hafif bir meyl üzerindeki, sık örgülü, parke, pansiyon yolundan geçerken hep düşünür:

-Kiremitleri başıma yağmur gibi yağan büyük şehirde ne olmaya, bu cehennemî faaliyet sahnesinde hangi rolü benimsemeye, hangi hayat şeklini yaşanılacak değerde bulmaya doğru gidiyorum ?

Bu genç, hemen hiç kimsede rastlanmayan bir hastalık halinde “nefs muhasebesi” illetine müpteladır. Onun gözünde, ulvilerin ulvisi, hakkı en pahalı ödenecek bir tek ıstırap vardır. İdrak acısı…

Her akşam, temmuz sıcağında bile buz gibi yatağına girer, yorganı başına çeker ve düşünür:

-Ruhum bomboş… İçinde temizlik işçilerinin çalıştığı bir tiyatro sahnesi kadar boş… Kulislere yığılı dekor eşyası ise baştanbaşa uydurma… Beni tâ ruhumun içinden kavrayacak ve her akşam yatağıma girdikçe ertesi sabahı aşkla bekletecek idealin ismi nedir?

Bir aralık içkiye düştü; ve gördü ki, içki, dünyaya yeni bir manzara getirmek yerine onu sise boğan âyarı bozuk bir dürbün gibi, uzviyet ahenksizliği içinde bir şey görmeye çalışmanın yalancı tesellisinden ibaret…

Fikir kadar güzel kadın çizgilerine karşı en büyük ihanet tertibi olan mini etek ve çıplaklık, kadını büsbütün kaybetmekten başka bir şeye yaramaz; ve artık günün genç kızı, eski ”Leyla” olmaktan çıkmış ve onun karşısında “Mecnun”a rol kalmamıştır. Ruhlardaki kadın-erkek ukdesi, korkunç bir hârâ faaliyeti içinde silinip gitmiş ve bütün ideallerin maddi sembolü kadın bir gaseyan hokkası haline getirilmiştir.

Şiir mide gorultusu, resim kabus çizgisi, apartman mimarisi klasik komşuluğu büsbütün öldürücü ve insanları birbirine yabancılaştırıcı bir sıkışıklık çerçevesi, ticaret hırsızlık, parti kalpazanlık, ilim dolandırıcılık ve fikir “ eskiler alayım !”cılık…

-Ben bu hayat içinde ne olmalıyım ? Her şeyin sahte olduğu bu dünyada gerçeği nerede bulmalıyım?

Etrafını komünistler aldı:

-Doğru, dediler; bu dünyada her şey sahte… Hak ve adalet adına hiçbir gerçek tartı yok… Dünyanın teşhisinde beraberiz. İstekli olduğumuz dünyaya gelince, o; evvela bugünkünü yıkmakla ele geçebilir. Bugünkü dünyanın kokmuş tipi (burjuva)dır. Onu bir kere ortadan kaldırıp her şeyi devlet emrinde bir (sosyalizasyon) zincirine bağladık mı, yaşanmaya değer hayatın çizgilerini hecelemeye başlarız.

Tez zamanda gördü ki, komünistlerin bugünkü dünyayı teşhislerinde ele geçirdikleri sahte hak, getirmeyi vaad ettikleri hayat karşısında ebedi bir yokluk kılavuzundan başka bir şey değildir ve haksızlıkların en zalimdir.” Basübadelmevt”siz bir ölüm…

Komünistlere:

-Bana bir din lazım!

Diyen genç adama abandılar:

-Din afyondur ve bugünkü zulüm dünyasının hala istismar aleti olmakta devam etmektedir!

İçinden bu fikirlere tükürerek istikametini değiştirdi.

Bir gün sınıfta ayağa kalktı ve Profesöre hitap etti:

-Bugünün genç adamına, ruhunu dolduracak hangi ideali tezgahlaştırıyor üniversite?

-Üniversite bir ideoloji ocağı değil, mücerret ilim yatağıdır.

-Bir şeye inanmadan kuru ilim sahibi olmanın, yani gideceği istikamet olmadan arabaya malik bulunmanın bir faydası var mıdır ? Hangi torbaya dolduracağım bütün bu bilgi eşyasını ve hangi hayat gayesinin yolunda kullanacağım?

Profesör gülümsedi:

-Genç adam! Sen gerçekte nasir bir istidat belirtiyorsun! Hürriyet ve demokrasi ideali sana yetmiyor mu ?

Genç adam acı acı haykırdı:

-Hürriyet ve demokrasi! Yani hakikati tekte bulmanın değil de, sayısızda aramanın ve her defa yanılmanın rejimi… ben merkep hürriyetiyle hür olmak yerine hakikat esaretiyle bir ideale köle olmayı istiyorum ! Bunu bana kim ve ne verebilir ?

-Ara oğlum, git de sokak sokak ara!

Genç üniversiteli gece kulübü dönüşü sabaha karşı pansiyon yolundan geçerken, ilerdeki camiin minarelerinden bir ses yükseldi:

“- Allah en büyük, Allah en büyük ! Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yok ! Şehadet ederim ki…”

Ürperedi.

Sanki ilk defa ezanı duyuyordu. İçinde yıllarca bulunduğumuz şeylerin, sonunda ve bir defada varılan mana sırları… Bu seste, aradığını ona harfi harfine vaadeden, dünya ve ötelerin hesabını veren ve ölümsüzlüğü kefalet altına alan bir ifade vardı. En tarafsız mantığa göre böyle ! Ama doğru mu, değil mi, o ayrı…

Evet, o ana kadar dinlediği hiçbir ezan sesinden bu yakıcı manayı süzememişti.

“-Haydi ibadete, haydi ibadete!… Haydi kurtuluşa, haydi kurtuluşa!…”

Biraz sonra uyanacak, vıcık vıcık kaynaşacak ve insanların her biri kendi nefs istikametlerinde birbirini ezercesine gidip gelecek olan büyük şehirde, erkek ve dişi çift gibi her (tez)in bir (antitez) ile koyun koyuna yaşadığı, bu, gündüzü gecesinden daha karanlık (metropolis)de ilk defa keşfettiği bir mana karşısında kalmışçasına mırıldandı:

-Haydi kurtuluşa diyor ! Bu sözü söylemesi, yani insanları kurtuluşa muhtaç görmesi, davasının hak olduğunu ispat için bana yeter ! Bu noktada öyle bir bedahet var ki, ispatın üstünde…

Ve yürüdü. Cami avlusuna girdi. Şadırvanda abdest alan bir ihtiyarın yanına çömeldi.

Camiin açık kapısından, mihraba karşı oturmuş, başları göğüslerine sarkık, birkaç insan görünüyordu.

Düşündü:

-Bütün bunlar, nasıl düşünmeden iman sahibi olabiliyor?

Ve şadırvanın su şırıltısı içinde ruhuna bir yıldırım indi:

-Çünkü düşüncenin her şeyi yazıp bozan anarşisinden kurtulmuş bulunuyorlar. İşte bir anda hakkı bulan bedahet duygusu diye buna derler. Onlarda bu duygu var… İnsanların bir çoğunda olmayan kalb gözü…

Genç üniversiteli camiye girdi ve pansiyonunu oraya taşımış oldu. Artık pansiyon yolu onun için cami yoludur.

( 1968 )

(Hikayelerim, Büyük Doğu Yayınları, 9. Baskı / s. 263-268)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.