Ruh Muvazenesi’nden
RUH MUVAZENESİ’NDEN
Yeni Anadolu gençliği örneği… İşte bu örnek, Allah’ın verdiği nimetleri dile getirmek borcu adına söyleyelim ki, yine Hakk’ın iradesiyle, doğrudan doğruya bizim eserimizdir; ve — daima Hakkın iradesi icabı — biz olmasaydık, onları, dış yüzünden «ilm-i hâl» bilgileriyle uyandırmanın imkânı bulunamayacak ve hep aynı yılgın, bitkin, süklüm-püklüm ve yamyassı, sözde iman nesilleri sürüp gidecekti.
İşte bizim hesabımız, gözyaşı döke döke kayaları süngere çevirircesine bir yırtınışla meydana getirdiğimiz bu gençlikledir; muhatabımız da yalnız onlardır. Yalnız onlardır ki, bizim, en küçük cüzünü feda etmektense dünya ve «mâfiyhâ»yı kaybetmekten çekinmeyecek derecede şeriat bağlılığımızı bilirler, bu zamana kadar iman ve itikat bütünlüğümüzden «virgül»lük tâviz vermediğimizi takdir ederler; ve hussusiyle, İslâmin, dış çizgilere mıhlanıp kalan bir göz yerine aynı ölçülerden ışık alıcı ve bütün dünya ve fezayı tarayıcı bir projektör istediğini, bu projektörün de bizde bulunduğunu ve şimdi ucuz tarafından din satıcılığı gayretinde bazı kabalarla aramızdaki farkın bu olduğunu sezerler.
Bu gençliğin tohumlarını atmaya başladığımız 1943 yılının «Allah» demeyi bile yasaklayıcı şartlarını bilenler, bugünün ruh ihtiyarları diye vasıflandırdığımız, malıyla hasis, eliyle korkak, diliyle muvazaacı ve gönlüyle halisiyetsiz tiplerine bizi nispet edebilirler. Paltosunu bile rizikoya sokmadan milyonlar kazanan müslüman tacir, ekmeğinden haysiyetine kadar her şeyini verdikten sonra boynunu da ipin altına süren Büyük Doğu dâvasında, kazancının kaç meteliğini ona tahsis etmek insafını gösterebilmiştir? Bugün bizim mücadele metodumuza şeriat adına yerenlerse, o gün, bu mukaddes kelimenin (ş) harfini olsun, dudaklarına alabilmiş midir?
İşte ruhu pörsümüşlerin hali!.. Her şey ucuzladıktan ve ayağa düştükten sonra boy göstermeye kalkan bu tiplerle hiçbir işimiz kalmamış ve olanca takdir ve anlayış ümidimiz, yeni gençliğe bağlanmıştır. Onlar yetişecek, gelişecek, kendilerinden daha hararetli çocuklara baba olacak, İslâm ateşiyle dolu ruhlarını dölleştirecek ve böylece yepyeni bir İslâm milletine tohumluk ve fidelik kuracaklardır. Başka hiçbir yol yoktur!..
Biz, aradığımız yeni gençliğin ilk filiz başını, dördüncü mücadele yılımızda (1947), Kayseri’de bulduk. Bu, ondan sonra fasılalarla yıllar boyu sürecek olan hapislerimizin ilkinde aklını kaybedecek derecede sarsılan Kayserili bir gencin nihayet hastalanarak «Allah» ve «Büyük Doğu» diye diye ruhunu teslim edişindeki muazzam tecellidir ve 24 yıldan beri, Anadolu’nun en zengin mânevi maden merkezlerinden biri olarak gözlerimizi Kayseri’ye çevirtmiştir.
Büyük Doğu ideali karşısında Erzurum, Rize, Elâzığ, Malatya, Maraş, Konya, Manisa, Turgutlu, Tavşanlı, Kütahya ve daha nice yerin bu manevî elmas madeni mıntıkalarından en büyük payları almış noktalar olduğunu kaydetmek fırsatı içinde bildirelim ki, bizim esasta gayemiz, ne şurası, ne burası! Van Gölünden Meriç kıyılarına ve hattâ, sınır dışı yerlere kadar, Allah’a can borcumuzu ödemeden tam demetlendiğini görmek hasretiyle kavrulduğumuz yeni Türk gençliğidir. O zaman ölümü, tabutumuzu taşıyacak bu gençlik aşkına, Temmuz sıcağında buzlu bir şerbet dikercesine, rahat rahat, zevk ve lezzetle içebiliriz. Bizi bu gençlik görsün, anlasın, ayırd etsin ve terazisinde ölçsün, yeter!
Biz 60 yaşını aşkın çağımızda bu gençliği hedef alıyor ve ondan başka hiçbir yerden alâka ve anlayış beklemediğimizi bildirmek ihtiyacını duyuyoruz!..
Yeni Türk gençliği!.. İnşaallah sen ve ben, birbirimize yeteriz!
Şimdi sana soruyorum :
Ne gün birleşeceksin, yekpâreleşeceksin, madde Aleminde, fizik bağlantıların mânâda en çözülmeziyle, atom atom birbirine kenetleneceksin?.. Ne gün açıkta gördüğü bir zina sahnesi üzerine cübbesini atıp:
« — Yârabbi, gizlenecek yerleri de yok!»
Diye ağlayan velînin ahlâkına eş, birbirinin ayıbını örteceksin?..
Yine bir velînin :
«— Bana kötülüklerimi söyle!»
Diye kendisine başvuran dostuna verdiği cevaptaki :
«— Ben sende iyilik ve- faziletten başka bir şey görmüyorum! Kötülüklerini söylemesi için onları görebilen birine başvur!»
Hikmet ve rikkatine ne gün ulaşacaksın?..
Sana maya tutturmak, şekil vermek, seni, nâkilleri sökülmüş bir elektrik santrali halinde tarihinin ve cedlerinin ruh dinamosuna bağlamak için tam 28 yıldır, karanlık zindan köşelerinde, gaz sandığından farksız masalarda, döşemesi patlak idarehane koltuklarında kan kusarcasına çırpındık.
Nihayet sen, oldun! Allah’ın fazliyle oldun! Benimki, bağlı olduğum Büyük Kapı yoliyle elime verilen bir avuç tuzu, şaraba döndürülen nesillerin üzerine atmaktan ileriye geçmez. Bir avuç tuzun bir fıçı şarabı sirkeye çevirdiğini bilirsin… Oldun!.. Fakat kendi iç bünyende zümre zümre birbirine girmek gibi, şeytanî illetlerin en tehlikelisine düşmekten korunamadın!..
Bugün aynı vatanın çocukları ayrıca birbirine girer ve kökünü dışarıda arayanlarla içeride kurtarmaya çalışanlar arasında, tam, kesin, en katı çizgilerle belirli bir cephe kurulurken, sen kendi öz safındaki yıkıntıları derinleştiriyor, yahut derinleştirenleri mazur görüyor, yahut da onları cinayetle suçlamak celâdetine uzak kalıyorsun!..
Ne yapıyorsun?..
Ben bu dâvada haklı, haksız aramıyorum! Haklıların da hangi taraflar ve kimler olduğunu biliyorum!
Dikkat:
Bence en büyük haksız, haklıyken, karşı tarafın eteğine yapışıp, ona: «Gönüldaş! Ne yapıyorsun?..-Küfür topyekûn üzerimize gelirken takındığın bu ayrılık ve aykırılık tavrı ne faciadır!» demeyendir!..
Bence en büyük haksız, her itişe, kakışa, hattâ her hakaret ve acı mukabeleye katlanıp sonuna kadar ara bulmaya çalışmayandır.
Taraflar arasında, küfür ve ihanetten gayrı her, her şey, her şey görmemezlikten gelinecek, böyle bir şey zuhur ettiği anda da, o taraf, her tarafça, gık demesine, saflarımızdaki bir anlık boşluğu ilân etmesine bile imkân bırakılmadan tepelenecektir.
İslâm hikmeti budur, İslâm siyaseti budur; ve bizim şu zavallı halimiz «ayrılık çıkaranlar bizden değildir!» hadîsinin kılıcına karşıdır.
İyice bilmek lâzımdır ki, bu memlekette, bütün şubeleriyle küfrün, boğazlamak üzere her an bıçağını bilediği, ne şu, ne bu birlik, dernek, ocak, ne Süleymancı, ne Nurcu, ne İmam Hatipli vardır; sadece Müslüman vardır; Müslümanlık ve Müslüman!..
Esir kampları halinde Müslümanları depo etmekte kullanılan hangar mânasiyle değil, kâinata hâkim saray mânasiyle camii ve ruhu kurtarmak isteyenler, birleşiniz!..
Komünistler, 19. Asrın ortalarında yayınladıkları meşhur (Manifest)lerinde şöyle bağırıyorlardı:
«— Dünya proleterleri birleşiniz!» Biz de 20. Asrın sonuna doğru şöyle haykırıyoruz:
— Müslüman Anadolu gençliği! Birleşiniz! Gerçek İslâmlığın bu sahada ruhu kurtarıcı ve muvazeneyi kurucu hakikatini bütün insanlığa arzederek, her haliyle yeni ve güzel örneği nefsinizde çizgileştiriniz, renklendiriniz, maddeleştiriniz! Ve dünyaya haykırınız: «Ben Islâm’ın gerçeğindeyim; ve gerçek İslâm bende!.. 20. Asır tufanından kurtulmak isteyen, Nuh’un yeni gemisine buyursun!»
Evet, ey yeni gençlik! Sana düşen, bu tayfun ve kasırga asrında Nuh’un yeni gemisini kızağa koymaktır.
Hak yardımcın olsun!..
(Ruh Muvazenesi, Büyük Doğu Yayınları, 8. baskı / 102-103-104-105-106)