” Bugün Masada Kayserililer Var, Ekmek Bol Olsun’
Kayserilinin Üstâd Necip Fazıl’a, Üstâd’ın da Kayseriliye özel ilgi ve sevgisi vardı. 1949’da kurulan Büyük Doğu Cemiyeti’nin bir numaralı şubesi Kayseri’de açılmıştı. 1964’te İstanbul’da tahsilde bulunan bir grup arkadaşımızla birlikte kurdukları Büyük Doğu Fikir Kulübü’nün ilk şubesini de Kayseri’de açtık.
Bir konferans vermesi ve şubenin açılışını yapması talebiyle Üstâd’ı Kayseri’ye davet ettik. Üstâd’la ilk tanışmam bu vesileyle Kayseri’de gerçekleşti. Yalnız Üstâd’ın ismini ilk defa orta okul yıllarında duymuştum. Bir arkadaşımdan ders kitabı almıştım. Arkadaşım benden önce bu kitabı birisine vermiş. Verdiği kişi de kitabın arka kapağına Üstâd’ın beklenen şiirini yazmış. Bu şiir beni çok etkiledi ve daha sonra yavaş yavaş Üstâd’ın eserlerini okumaya başladım. Üstâd’la tanıştıktan bir yıl sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenim hayatım başladı.
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim:
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim…
Diyecek kadar iman erginliğine ulaşan Üstâd, şiirin dar kalıbında kalamaz ve şiirinde muhtaç olduğu iklimi kurabilmek için Büyük Doğu’yu neşretmeye başlar, ilk sayısı 17 Eylül 1943’te neşredilen Büyük Doğu’nun o yıl ikinci devresi yayın hayatmdaydı.
İstanbul’a varışımızın ertesi günü arkadaşlarla, Gedikpaşa’daki Refik Büründüz’e ait Kayseri Hanı’ndaki Büyük Doğu İdarehanesi’nde Üstâd’ı ziyaret ettik. Hizmetinde Kayserili arkadaşlarımız olduğu için her gün ziyaret imkânımız vardı.
Büyük Doğu, neşriyatına kısa bir süre ara verdikten sonra 1967’de 13. devre olarak yeniden yayımlanmaya başladı. Bu devrede ben Büyük Doğu’nun mesul müdürü ve bütün işlerinde yardımcısıydım. Artık her gün, gece gündüz Üstâd’la birlikteydim. Bu şekilde beraberliğimiz, 1969’daki 14. devre ve 1971’deki 15. devre boyunca, tahsil hayatımın bitiş yılı olan 1971 ortalarına kadar devam etti.
Üstâd basının önemini çok iyi bildiği için, maddî durumu iyi olan yakınlarına gazete çıkarmaları yönünde devamlı telkinde bulunurdu.
Bu yıllarda Topbaşlar Bab-ı Âlî’de Sabah isimli bir gazete neşretmeye başladılar. Bu gazetenin Cağaloğlu’ndaki binasında Büyük Doğu için de bir oda ayırdılar. 1967 Büyük Doğuları bu binada yayın hayatını sürdürdü.
13. devre Büyük Doğuları, 26. sayıya ulaşıncaya kadar altısı Ağır Ceza’da üçü Toplu Basın Mahkemesinde, dokuz ayrı dava açıldı. Ben davaların tamamından beraat ettim. Üstâd, tefrika hâlinde yayımladığımız “İdeolocya Örgüsü” ile ilgili davadan altı aya mahkûm edildi. Bu dava ile ilgili 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı müdafaa edebî bir şaheserdir.
Anadolu beşiğinde, 20. hatta 21. asrın müspet bilgi harikalarıyla teçhizatlı ve ruhî muhtevasına zerre taviz vermeksizin bağlı, yani Türk çocuğunu; sadece kendi milletini değil, topyekun insanlığı kurtarma reçetesine sahip yeni Türk çocuğunu yetiştirmek ideali!
Bu yüzden M.T.T.B’ den, falan ve filân partiye kadar nerede gençlik potansiyeli görmüşse oraya el atmış ve bu gençlerin ruhlarını doldurmak için elinden geleni yapmıştır. Demir Oğuz’dan gelen altın neslin yeniden tenekeye dönüşmesine gönlü razı değildir.
Evinde her akşam ve her pazar denecek sıklıkta ziyaretine gelen genç halkası oluşur, onlarla sohbet ederdi.
Zaman zaman bizi yemeğe alıkor, masa hazırlanırken aşağıya seslenir; “Bugün masada Kayserililer var, ekmek bol olsun.” derdi. Bir akşam gece yarısına kadar idarehanede çalıştık, bizim ev Süleymaniye’de idi. Bana: “Artık sen git, ben bitişik otelde kalırım.” dedi. Sabah erken saatte döndüğümde masa başında çalışır buldum. Geceyi dergi için aldığımız gazete kâğıdı toplarının üzerinde geçirdiğini anladım.
Erken saatte Ankara’ya gideceği günler, bizim evde kalırdı. Yatarken bana: “Sabah 5’te seslen” derdi. O kaygıyla yattığım için olacak gözümü açtığım an saat tam 5 olurdu.
“Sen doğramacı hatası olarak hakimlerin yanındasın, aslında taraflardan biri olarak yerin benim yanımdır! Hitabının benzerini 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmasında da yaşadık. Basın affı çıkması ihtimali vardı ve Üstâd davayı uzatmak düşüncesiyle üçüncü duruşmada da müdafaa için mehil istedi. Savcı itiraz etti. Mahkeme Reisi kadındı. Hakimler dinliyor, savcı ile Üstâd karşılıklı atışıyorlar. Savcıya doğramacı hatası olarak hakimlerin yanında oturduğunu söyledikten sonra: “Ben Sorbon’da tahsil yaptım, hangi davalarda, nasıl hareket edileceğini bilirim” dedi. Savcı da tahsilini Sorbon’da yaptığını söyleyince Üstâd tartışmayı noktalayan cevabı yapıştırdı: “Sen orada kanun maddesi ezberledin, ben ise hukukun felsefesini okudum.”
(Necip Fazıl Kısakürek- Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları- s.334-335)